Cumhurbaşkanı ve AK Parti Genel Başkanı Erdoğan’ın siyaset sahnesine çıktığı ilk günleri hatırlayanlar, “mazlumların sesi” söylemini de, “milletin adamı” mitini de iyi bilir. O zamanlar karşısına koyduğu hayali düşman boğaz’da viski yudumlayan, Fransızca karıştırarak konuşan, Batı’nın kuklası gibi görülen “Beyaz Türkler”di. Anadolu Üniversitesi İletişim Fakültesi öğretim üyesi Alaaddin Faruk Paksoy’un 2017 tarihli araştırması, medyanın “Beyaz Türk” kavramını nasıl şekillendirdiğini net biçimde ortaya koyuyor.
Paksoy'un makalesinde 2000’li yılların başında “Beyaz Türk” kavramı; Batı’yla uyumlu, seküler, kentli, eğitimli ve üst sınıfa mensup bir profili temsil ediyordu. Medya, bu kavramı zamanla yalnızca bir sınıfsal ayrım olarak değil, siyasal bir cephe olarak da konumlandırdı. 2010’lara gelindiğinde ise kavram siyasallaşarak, adeta Cumhuriyet’in kazanımlarını savunan her kesimi hedef alan bir karalama aracına dönüştü.
Ama şimdi işler tersine döndü. Bugün, o viskisini yudumlayan “Beyaz Türk” öcülemesi yerini “eczane açmış orta sınıf bir CHP’liye” burun kıvıran yeni figürlere bırakmış durumda. Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Özgür Özel’in mesleğiyle, yani eczacı oluşuyla dalga geçiliyor. “Git eczaneni aç, Eczacı Özgür” gibi ifadelerle küçümseniyor. Oysa beyaz önlüğüyle eczane açmak, alın teriyle hayat kurmak, düne kadar AK Parti’nin kutsadığı Anadolu sermayesinin bir parçasıydı.
İşte tam bu noktada karşımıza çıkan yeni sosyolojik tip; gölgede kalmış bir orta sınıfın değil, iktidar çevresinde oluşmuş ayrıcalıklı bir halk katmanının içinden çıkan, güçle kutsanmış ama kamu yararından uzak bireyler. Bunlar siyasal İslam'ın mütevazı mahallelerinden çıkıp holdinglerin lüks katlarına taşınan, çakarlı araçla gezen, liyakat yerine sadakatle yükselen, müteahhitlikte, kamuya satılabilecek herhangi bir ürünün ticaretini yapan veya kamuda iş bitirerek kariyer yapan yeni sınıf. Bu da siyasal terminolojiyle benim katkım olsun; “Beyazlar İslamcılar”.
Bu yeni sınıf, artık sadece siyasal değil, bürokratik ve ekonomik anlamda da merkezi tutan bir aktöre dönüşmüş durumda. Liyakatin değil aidiyetin, kamunun değil kartvizitin makbul sayıldığı bir yapı... O yüzden şu soruyu sormak gerekiyor; bu “Beyaz İslamcılar” ne kadar liyakatli?
Çünkü bir gerçek var ki, tıpkı Cumhuriyet gibi liyakat de törensiz yıkılmaz. Cumhuriyetin dayanağı eşit yurttaşlıksa, demokrasinin de dayanağı ehliyetli yönetimdir. Bugün eczanesi olan bir siyasetçiye burun kıvıranlar, yarın çakarlı araçların içinden topluma ahlak dersi verecek konuma geliyorlar. Ve burada mesele sınıfsal bir çatışmadan çok, değerler sisteminin çöküşüyle ilgili oluyor.
Ertuğrul Özkök’ün yıllarca “viskici-camici” kutuplaşmasını mizahi ve çarpıcı biçimde yazdığı köşelerini hatırlayın. Bugün tablo daha da grotesk. Artık camici değil, Kuran kursu sponsoru veya Cuma'da lüzumlu kişiyi yakalayıp iş bitirmeye saf tutucu; viskici değil, boğaz manzaralı kafelerde nargilesini içip, pudra şekerini Beykoz, Sarıyer, Altunizade, Ömerli'deki bir tarafı denize, diğer tarafı ormana bakan yalısında tüketen veya eve gitmeden rezidantaki garsoniyerinde takılan Hac'dan selfie atıp, dönüşte plaket alan CEO...
Eski düzenin sözde mağdurlarının nasıl yeni düzenin mağrurlarına dönüştüğünü ve liyakate değil sadakatle yönetilen bir sistemin nasıl çürüdüğünü görüyoruz. Tam bu noktada; alın teriyle eczane açmış bir genel başkana yönelen küçümsemenin, aslında bir toplumsal altüst oluşun göstergesi olduğunu anlamamız gerekiyor.
Özgür Özel’in eczacı olmasıyla dalga geçmek değil, tam aksine onun gibi ayakta duranlara saygı duymak gerekir. Çünkü bu ülke birilerinin çakarlı aracıyla, alınan haksız devlet ihaleleriyle değil, eczanede geçirilen mesaiyle, öğretmen odasında dökülen terle, atölyede harcanan emekle hala ayakta kalıyor.
Emekli maaşıyla geçinmeye çalışıp sürekli söylenen hacı amcanın ise aklında hala reisin ilk yılları var ama artık ona oy vermeye eli gitmiyor...
Çünkü kendi çocukları, torunları çırpınırken etrafında her ile özgü Beyaz İslamcılar'dan çokça görüyor.