Tarihin ve siyasetin sahnesinde sık gördüğümüz iki karakter tipi vardır; Otokratlar ve oligarklar.
Birincisi devletin mutlak hakimi. Diğeri ise, o devletin kaynaklarını görünmeyen ellerle yöneten seçkin azınlık. Birlikte yükselirler. Ve çoğu zaman birlikte düşerler, pek azı kurtulur.
Otokrat Kimdir, Oligark Kimdir?
Kelimeleri açıklamak gerekirse:
Otokrat, bütün siyasi gücü tek elde toplayan liderdir. Parlamento, yargı, medya, hepsi onun kontrolü altındadır. Eleştiriye tahammülü yoktur, kararları tartışılmazdır. Onun sözü, yasadır.
Oligark ise görünürde siyasetin içinde değildir. Ama ekonomiyi elinde tutar. Enerji ihalelerinden medya patronajına, büyük inşaatlardan kamu alımlarına kadar devletten beslenen az sayıdaki zengin sınıftır.
Otokrat devletin başıdır, oligarklar ise otokratın kasasıdır.
Biri siyaseti yönetir, diğeri serveti büyütür ve siyaseti destekler.
Bu İlişki Nerede Başlar?
Her şey otokratın iktidarını sağlamlaştırmak istemesiyle başlar.
Yargıyı, medyayı ve bürokrasiyi eline almıştır ama hâlâ “toplumun kanaatini yönetecek” bir desteğe ihtiyacı vardır. İşte burada oligarklar devreye girer.
Ona yakın iş insanları, medya kuruluşları satın alır.
Kamu ihaleleriyle güçlenirler, sonra bu gücüyle propaganda aygıtına ve otokratın ihtiyaçlarını karşılayan sistem çarkına dönüşürler.
Devletle iş yapar, sonra o devleti halkın gözünde “tek liderle eşitleyen” bir anlatıyı inşa ederler.
Yani bir nevi modern “saray müteahhitleri”dirler. Saray ayakta kaldığı sürece onlar da ayaktadır.
Taht Sallanırsa Ne Olur?
Tarih bize şunu söyler; bir otokrat düşmeye başladığında, önce düşmez gibi yapar. Sonra destek aldığı güçler birer birer pozisyon almaya başlar. İlk kaçanlar, en yakınındakilerdir; oligarklar. Çünkü onlar servet sahibidir, ideoloji sahibi değil. Güç neredeyse oraya yönelirler. Ama bazen erken davranmış olurlar, bazen de geç kalırlar.
Bu dünya için yeni bir hikâye değil.
Daha dijital halini bugün artık Amerika'da dahi görüyoruz. Nerede bir otokrat eğilim varsa oligarklar etrafına toplanır. Kimi onunla servet edinir, kimi var olan servetine servet katar. Otokrat eğilimli Trump ve yanıbaşında Elon Musk, Bezos ve Zuckerberg... Yani Trump ve yanında; X eski adıyla Twitter, The Washington Post, Facebook ve Instagram... Aynı zamanda bu iş insanlarının elbette başkaca yatırımları ve çıkmasını istedikleri kanunlar.
Rusya’da Putin’e yakın oligarklar arasında 2022 sonrasında başlayan içsel huzursuzluk artık fısıltı gazetesinden çıkarak uluslararası arenada görünür hale gelmişti. Ukrayna işgaliyle birlikte, Kremlin’den gelen "ulusal birlik" çağrıları, kimi zenginlerin "biz sadece işimizi yapıyoruz" demesiyle karşılık buldu.
Putin'in zaman zaman kendi oligarklarını infaz edercesine tasfiye etmesi, onlara da net bir mesajdı; "Sadakat karşılıksız kalabilir ama sadakatsizlik cezalandırılır." Hatta bir çoğu şüpheli şekilde öldü.. Penceren düşen mi ararsın, uçağı düşen mi, kaybolan mı, zehirlenen mi...
Bir otokratın düşüşü, sarayın tepesine yıldırım düşmesi gibidir.
İçerideki avizeler ilk parçalanan olur.
Bugün Türkiye’de enflasyonla mücadele, demokratik kazanımlarımıza dönüş, hukukun üstünlüğü gibi meseleler konuşulurken, şu soruyu da sormak gerekiyor;
Yıllardır iktidarın yanında zenginleşenler, medya patronluğu yapanlar, kamudan dev ihaleler alanlar…
Yarın güç dengesi değişirse, nerede olacaklar?
Türkiye'de son haftalarda yaşanan gelişmeler biraz da bu çerçevede okunmalı. Ekonomideki yangın artık sadece TÜİK verileriyle gizlenemez halde. Kurun, faizin, enflasyonun çifte cenderesi, uzun süredir sistemin beslediği kesimleri bile huzursuz etmeye başladı.
Peki kimse konuşabiliyor mu? Hayır. Çünkü herkes biliyor ki bu sistem, onu ayakta tutan sermaye ile birlikte bir parantez açtı. Şimdi parantez kapanırken, içeride kim kalacak, kim dışarı fırlayacak bilinmiyor.
Bir süredir belediyelerle iş yapan iş insanlarının yaşadıkları baskılar da bu hikâyenin bir parçası. Özellikle İstanbul Büyükşehir Belediyesi ile çalışan bazı iktidara çok yakın olduğu bilinen şirketlerin üzerine gidilmesi, hatta bazılarının tutuklanması, Ekrem İmamoğlu ile bir araya gelenlerin "not edilmesi", yalnızca bir korkutma stratejisi değil; aynı zamanda yeni döneme kimlerin geçmeye niyetli olduğunu gözlemleme gereği.
Açıkça konuşulmasa da herkes biliyor; otokratik rejimlerde bir muhalefet lideriyle görüşmek, sadece bir tercih değil, bir cesaret testi.
Ve bu testten geçenleri sistem yakaladığında bazen vergi denetimiyle, bazen kamu ihalesinin iptaliyle, bazen de anonim tehditlere gereğini yapacağını gösteriyor.
TÜSİAD; Suskunluk Artık Yeterli Değil
Bu çerçevede Türkiye’nin en büyük iş dünyası örgütü TÜSİAD’a bakalım.
Çok uzun süredir sessizdi. Ama artık bu sessizlik de yetmiyor. 13 Şubat 2025'teki Genel Kurul konuşmaları nedeniyle Yüksek İstişare Kurulu Başkanı Ömer Aras ve Yönetim Kurulu Başkanı Orhan Turan hakkında “zincirleme şekilde yanıltıcı bilgi yayma” suçundan dava açıldı. 20 Mayıs’ta yargılanacaklar.
İddianamede yer alan gerekçe: “Ekonomik konularda toplumu manipüle etmek.” Aslında yaptığı dozu son derece iyi ayarlanmış, iktidara asla çatmayan ama özellikle bazı ekonomik gerçekleri ortaya koyan bir sunumdu.
Yani artık ekonomik veriler bile “siyasi sabotaj” olarak değerlendiriliyor. Bu davayla Türkiye’deki büyük sermaye ilk kez alenen yalnızlaştırıldı. Ve bu sadece iki ismin değil, tüm bir sınıfın "tarafsızlık" politikasıyla nereye varabileceğinin göstergesi.
Oligarklar İçin En Tehlikeli Dönem Başladı
Otokratik sistemlerde sadakat, ödüllendirilmez. Beklenen bir zorunluluktur. Ama bu sadakat kırıldığında, ilk cezalandırılanlar hep o sistemin görünmeyen ortakları olur.
Tarihte çok az kişi böyle dönemleri atlatabildi. Çoğu düşüşten sağ çıkamadı.
Şimdi Türkiye’de ekonomi bıçak sırtında, siyaset kavşakta...
Ve otokratın etrafındaki çoğunu bildiğimiz isimler için en büyük soru şu; Sırada kim var?