“Huzur İslam’da” sloganını ilk duyduğumda sanırım yirmili yaşlarımdaydım.
Siyasal bir hesap değil, bir vaat gibi duruyordu. Ahlaklı bir hayat, sade bir yaşam, adalet duygusu… En azından söylenen buydu.
Sonra bir gün Ankara’da, Dedeman Oteli’nde o sloganın ete kemiğe bürünmüş hâlini gördüm.
O dönemde uzun yıllar rahmetli Erkin Koray’la çalışıyordum. Erkin Abi'nin hem asistanlığını, bir nevi menajerliğini adam olmadığında rodiliğini de yapıyordum. Turnedeydik ve konser için Ankara’daydık Aynı otelde Refah Partisi’nin bir etkinliği vardı. Lobide dolaşırken dikkatimi çeken şey dindarlık değil, gösterişti. O güne kadar görmediğim lüks arabalar, pahalı kumaşlar, marka saatler, işlemeli, kakmalı bastonlar… Sakallar uzundu, kiminde sarık ve cübbe dahi vardı. Şekil ve kelimeler dindardı ama hayat tarzı son derece dünyeviydi.
O an içimden geçen cümleyi çok net hatırlıyorum:
“Böyle bir servetle huzur mümkün oluyor sanırım.”
Bu bir alay değildi, saf bir tespitti.
Aradan yıllar geçti. Siyasal İslam önce Refah Partisi ile yerelde, ardından Ak Parti ile ülkede iktidar oldu.
Ve bugün dönüp baktığımda, o otel lobisinde gördüğüm manzaranın bir istisna değil, bir ön izleme olduğunu anlıyorum.
Söylem başkaydı, hayat bambaşka çıktı.
Ahlak vurgusu vardı ama Cumhuriyet tarihinin en büyük yolsuzluk dosyaları bu dönemde birikti. İsraf eleştiriliyordu ama saraylar, filolar, ihaleler büyüdü. Aile kutsaldı ama ekranlara ve gazetelere yansıyan rezaletler, uyuşturucu, bahis, kara para, çürümüşlük sıradanlaştı.
“Biz farklıyız” deniyordu ama güç ele geçince fark sadece ölçek oldu.
Bu tablo sadece siyaseti bozmadı, toplumu da çözdü.
Eskiden bir “millet refleksi” vardı. Acıda birleşen, sevinçte kenetlenen bir hâl. Bir çocuk öldürüldüğünde, kimlik sormadan ayağa kalkılırdı. Bayrak aynı bayraktı, yas aynı yastı.
Bugün o refleks yok.
Artık önce kimliğine bakılıyor.
Kimin çocuğu, hangi mahalleden, hangi inançtan, hangi taraftan…
Küçücük bir çocuğun vahşice öldürülmesinde bile ortaklaşamayan bir yere geldik. Kadın voleybol takımımız inanılmaz başarılar elde etse de arkasında birlikte alkışlayamıyoruz. Herkes kendi kampının vicdanını taşıyor.
Bu da tesadüf değil.
Çünkü siyasal İslam sadece devleti dönüştürmedi, toplum olma hâlini de aşındırdı. Ahlakı bireysel bir mesele olmaktan çıkarıp, aidiyete bağladı. “Bizden olan” her koşulda korunur hâle geldi. Geri kalanlar ise ya görmezden gelindi ya da suçlandı.
En çarpıcı olan ise bu tabloya rağmen kimseye “dönek” denmedi.
Bu ülkede solcular için döneklik çok ucuz bir etikettir. Fikir değiştirirsin, dönek olursun. Zenginleşirsin, dönek olursun. İktidarla temas edersin, dönek olursun. Biraz liberal düşünürsün dönek olursun.
Ama siyasal İslamcı için bu kelime neredeyse yasaklıdır.
Neden?
Çünkü orada öyle bir koruma kalkanı vardır ki…
Kumar oynarsın, dinden çıkmazsın.
Uyuşturucuya bulaşırsın, dinden çıkmazsın.
Rüşvet alırsın, dinden çıkmazsın.
Hırsızlık yaparsın, yine de “bizden” kalırsın.
Söylem ne kadar sertse, pratik o kadar esnektir.
Yani Siyasal İslam’da döneklik yok, dokunulmazlık var.
Bu yazı gerçek dindar insanlarla ilgili değil. Çocukluğumuzda elimizden tutup bayram namazına götürenlerle, eli öpülesi insanlarla hiç ilgili değil. İnancını siyasete rehin vermemiş olanlarla da ilgisi yok.
Bu yazı, dini bir iktidar aparatına çevirenlerle ilgili.
Çünkü mesele artık inanç meselesi olmaktan çıktı.
Mesele güç meselesi.
Para meselesi.
Dokunulmazlık meselesi.
“Huzur İslam’da” sloganını farkındaysanız uzun zamandır duymuyoruz. Çünkü slogan sahipleri artık huzurlu.
Ortada bir huzur varsa, bu toplumun huzuru değil.
İktidarın huzuru.
Ahlakın değil, gücün huzuru.
İnancın değil, dokunulmazlığın huzuru.
Artık sadece arada bir güç savaşında Siyasal İslamcılar birbirine dokunuyor ve saçılıp dökülenleri hep birlikte seyrediyoruz. Habertürk örneğinde olduğu gibi.
Bu tablo artık kimseyi şaşırtmaz hale geldi.
İşte toplum olma hâlini kaybettiğimiz yer tam da burası.