Bir yanda Avrupa Birliği’nin kalın duvarlı toplantı salonlarında tutulan demokrasi raporları... Diğer yanda Türkiye’nin Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile çekilmiş gülümseyen lider fotoğrafları.
Bu bir çelişki olarak görülmesi gerekiyor ama hayır. Bu, Avrupa'nın 21. yüzyıldaki gerçek dış politikasının adı; pragmatizm.

Erdoğan yıllardır, Avrupa'nın demokratik kurumları tarafından otokrat olarak tanımlanıyor. Hukuk devleti ilkelerinin zedeleyen, basın özgürlüğünün sınırlandıran, ifade hakkını baskılayan bir ülkenin lideri olarak rapor üstüne rapor yazılıyor.
Ama perde arkasında işler farklı. Brüksel, Berlin, Paris ve Roma için Erdoğan, çözüm odaklı, tek muhataplı, risksiz bir siyasal mühendislik projesi.

Erdoğan, Avrupa için “tek muhataplı çalışan lider” modeli
Evet, Erdoğan Avrupa için çoğu zaman tek bir şey ifade ediyor; kolaylık.
Yunanistan’da, Bulgaristan’da ya da Almanya’da bir karar alınması gerektiğinde; komisyonlar, alt kurullar, danışma heyetleri, halkla ilişkiler süreçleri, parlamento onayları, anayasal dengeler vs. derken aylar geçiyor. İstenilenin alınması da garanti değil.
Ama Erdoğan’ın Türkiye’sinde işler böyle yürümüyor. Bir karar mı alınacak? Bir telefon. Bir metin mi onaylanacak? Bir gece yarısı kararnamesi. Avrupa’nın ihtiyacı mı var? Bir görüşme ayarlanır, pazarlık yapılır, netice alınır.
Meclis mi? Bakanlar mı? Anayasa Mahkemesi mi? Sivil toplum mu? Bunların hiçbiri bir Avrupa lideri için muhatap değil artık. Erdoğan varken neden yüz kişiyle uğraşılsın ki? Gerek yok..

Göçmen Krizi: Erdoğan’ın Avrupa’ya “aç/kapat” vanası
2015'teki göçmen krizi Avrupa'nın tüm ezberini bozdu. Yüzbinlerce insan Akdeniz’i geçerken, Almanya, İtalya titredi, Fransa sallandı, Macaristan tel örgü çekti.
Tam o günlerde Erdoğan devreye girdi.
3 milyar euro verildi. Türkiye, Suriyeli sığınmacıların Avrupa’ya geçişini sınırladı.
Bir nevi siyasi vanaya dönüştü Erdoğan. Açarsa Avrupa yandı, kapatırsa Brüksel rahatladı.
Bugün hâlâ bu vananın başındaki isim o.
Ve bu yüzden Avrupa’da onun otoriterliği kimsenin umurunda değil.

Yani Avrupa Erdoğan’ı seviyor, çünkü;
* Demokratik denge mekanizmalarıyla uğraşmak zorunda kalmıyor.
* Karar alma süreci minimuma iniyor.
* Göçmen pazarlığını başka biriyle değil, onunla yapıyor.
* İç politikada da onu zaman zaman korkuluk, zaman zaman kahraman olarak kullanabiliyor.
Demokrasi? Evrensel değerler? Hukuk devleti? Basın özgürlüğü?
Bunlar artık Avrupa için toplantı başlıkları, dış politika önceliği değil.

İmamoğlu mu, Göçmen Anlaşması mı?
Bir de bu soruyu soralım. Avrupa için hangisi daha büyük bir tehdit?
* Göçmen anlaşmasının iptali mi?
* Yoksa Ekrem İmamoğlu gibi bir adayın Erdoğan'ı yenmesi mi?
Cevap: İkisi aynı anlama geliyor.
Varsayalım ki Türkiye, 2028’te bir seçim yaptı ve İmamoğlu Cumhurbaşkanı oldu. Varsayalım ki yargının tüm engellemelerine rağmen aday olabildi, kazanabildi, görev teslim alabildi.
Peki sonra ne olacak?
İmamoğlu'nun ait olduğu siyasi gelenek, AK Parti gibi ümmetçi, hicret kavramlarıyla örtülü bir göçmen politikasına sıcak bakmaz, denese bile tabanını buna asla ikna edemez. Erdoğan gibi "Ensar-muhacir" söylemiyle 10 yılı aşan bir göç yönetimini devam ettiremez. Zaten seçmeni de buna izin vermez. Türkiye’de göçmen karşıtlığı toplumun ortak keseni haline gelmiş durumda.

Yani İmamoğlu seçilirse, Avrupa ile 2016’dan beri süregelen “mülteci mutabakatı” tehlikeye girer.
Avrupa’nın korkusu hatta en kötü kabusu işte tam da bu.
Erdoğan gitmesin çünkü anlaşma bitmesin.

Ama her durumda şu açık: Erdoğan sonrası gelen herhangi biri, Avrupa'nın istediği "sessiz kabullenici" göçmen politikasını sürdüremez.
Yani Erdoğan gitse de, yerine kim gelirse gelsin, Avrupa’yı bekleyen şey aynı. Kontrolsüz göç akını.

Göçmen Anlaşmasının Arkasındaki Asıl Korku: Avrupa İçin Erdoğan, Bir Güvenlik Duvarı
Erdoğan, Avrupa için sınırların ötesindeki adam değil artık. Sınırın bizzat kendisi.
Göçmen geçişlerini durduran, Mavi Vatan’la enerji alanlarını pazarlık eden, Rusya-Ukrayna arasında denge kuran, İran’la aynı anda dost olup düşman kalabilen bir lider.
Ve Avrupa diyor ki: “Demokrasi bir yana dursun, Erdoğan varken işler daha kontrol edilebilir.”
Bu yüzden her Avrupa lideri kendi halkına demokrasi anlatırken, Ankara’ya geldiklerinde protokol sırıtışlarını takınıyor.

İdealler mi, İhtiyaçlar mı?
Avrupa Erdoğan'ı sevmiyor çünkü o anti demokrat bir lider. Hayır.
Avrupa Erdoğan’ı seviyor çünkü ona ihtiyaç duyuyor.
Onunla anlaşmak kolay. Onunla risk az.
Üstelik muhalefetin ne getireceği bilinmiyor. Her ne getirirse getirsin, ilk iptal edeceği şeyin Brüksel ile yapılan göçmen anlaşması olacağı kesin gibi.
Bu yüzden Erdoğan’ın gitmesi değil, kalması daha güvenli.
Ama bunun için Avrupa'nın ödediği bedel Erdoğan gibi otokrat bir lideri desteklemek ve 3-5 milyar dolar, Türkiye için ise kısa ve uzun vadede ödediği ve ödeyeceği çok büyük bedeller.

Erdoğan'ın İtalya seyahatinde İtalya Başbakanı Meloni'nin ortak basın toplantısında sarf ettiği övgülerden sadece şu cümleyi aktarayım, gerisini araştırıp siz okuyabilirsiniz; "Göç konusunda da konuştuk. Türkiye kaynaklı göç sayısı sıfıra indi. Teşekkür ediyorum. Şu ana kadar yaptıklarımızla gurur duyabiliriz. Sağlam dostluğumuzu daha ileri götüreceğiz."

Erdoğan Avrupa’yı koruyor ama bizi içeri kapatıyor ve bir sürü dertle baş başa bırakıyor...