Yine 1 Mayıs geldi, sadece tatilden ibaret olarak görülen 1 Mayıs. Yine aynı yalanlar, yine aynı süslü sözler. Adına “Emek ve Dayanışma Günü” denilen ama emeğin ve dayanışmanın hiçe sayıldığı bir gün. Çünkü bu ülkede emek çürütülmüş, dayanışma copla bastırılmış durumda. 1 Mayıs artık bir bayram değil; işçinin mezar taşı aslında.
*
Türkiye’de çalışmak, siyanür yutmakla aynı anlama geliyor. Siz en son ne zaman mutlu bitirdiniz mesainizi? En son ne zaman tüh ya bitti bugün de dediniz? Mobbingsiz bir gün en son ne zaman geçirdiniz? Ya da bugün de kolumu kaptırmadım bugün de ölmedim çok şükür demekle mi geçiyor mesaileriniz? İstatistikler kabus gibi sanırsın işçiler çalışmaya gitmiyor savaşın içinde yaşam savaşı veriyor. 2023 yılında teyit edilen 1932 işçi iş cinayetine kurban gitti, 2024’te ise 2000’in üzerinde emekçi iş cinayetlerinde öldü. Bunlar sadece bilinen rakamlar. Bu ölümlerin büyük çoğunluğu “ihmal” değil, doğrudan sistematik bir sömürü düzeninin sonucu. Her gün ortalama 5-6 işçi ölüyor ama kimsede çıt yok doğru düzgün basına bile yansımıyor. Alışıldı, normalleştirildi, hatta hesap dışı bırakıldı bazı şeyler.
*
Bugün 1 Mayıs birkaç gün önce adaletinde göçük altında kaldığı bir karar çıktı Soma davasında. Vicdanlar göçük altında kaldı. İnsanlık göçük altında kaldı. Soma’da 301 kişi cinayete kurban gitti.301 eş, 301 baba, 301 evlat, 301 insan. Davalar süründürüldü, unutturuldu ve sonunda sembolik ödül gibi cezalarda kapatıldı. O dönemde Başbakan Davutoğlu şovunu yaptı, Erdoğan mezar başında dua okudu, sonra herkes unuttu kim unutmadı biliyor musunuz 301 evlat unutmadı, 301 eş unutmadı, 301 anne, 301 baba unutmadı ateş düştüğü yeri yaktı yanan yer unutmadı. Ermenek’te, Torunlar inşaatında, Hendek’te havai fişek fabrikasında...Nereye bakarsan bir cinayet, nereye dönersen bir başka mezarlık. Hepsi “kader” sayıldı. Çünkü bu düzende işçinin canı, üretim bandının bir vidası kadar değerli değil.
*
Yönetmelikler kağıt üstünde, denetimler göstermelik. Patronlar “kar” dedi mi devlet hemen hizaya giriyor. İş Güvenliği Uzmanı dedikleri insanlar, genellikle işçinin değil, şirketin parasının güvenliğini düşünüyor. Çünkü işçinin korunması değil, üretimin sürmesi önemli. Bu düzende insan değil, istatistik önemseniyor.
*
Sendika mı? İsmini duyan gülüyor. Türkiye’de sendikalı işçi oranı %14 civarında, çok vahim bir rakam evet ancak daha vahim olanı gerçek anlamda toplu sözleşmeli, hak alabilen sendikalı oranının %5’in altında kalması. Çünkü işçi sendikaya üye oldu mu kapı önüne koyuluyor. Patronla devlet el ele verip, grev yapanı "terörist", hak arayanı “provokatör” ilan ediyor. 2024’te 17 grev yasaklandı. Grev neden yasaklanır? Ben söyleyeyim patronun hakkını korumak için. Bu ülkede iktidar sahipleri grevi, basın açıklamasını, hatta sessiz oturma eylemini bile “tehlikeli faaliyet” sayıyor.
*
Yargı desen, sanırsın kararları Türk milleti adına değil patron adına veriyor. İş cinayetleri davalarında suçlu hep “doğa”, “işçi hatası”, “şartlar” oluyor. Devlet hiçbir zaman sorumluluk almıyor. İşçinin ölümü kader, patronun kazancı ise takdir görüyor. Hele birde vergi muafiyeti ile ödüllendirildi mi değme keyfine…
*
Tüm bu sebeplerden 1 Mayıs bu topraklarda bayram değil, bir yüzleşme günüdür tabiki cesareti olana. Ancak kimsede o cesaret yok, kimse yüzleşmek istemiyor. Herkes kaçıyor: Devlet, siyaset, medya, hatta işçinin emekçinin yanında olması gereken omuz vermesi gereken muhalefet bile.
*
Özgür Özel ve "Kadıköy Kardeşim"
Ve gelelim Özgür Özel’e. “Taksim’i alacağız” dedi. “Özgür bizi taksime götür” sloganlarına “1 Mayısta Taksimi Alacağız Söz Veriyorum” diye karşılık verdi. Cümleyi duyunca yıllardır taksimde 1Mayıs kutlamak isteyen, sözlerini söylemek isteyen tüm işçiler emekçiler adına bir umutlandım, olmayacağını bildiğim halde umutlandım. Yıllardır yasaklanan, polis ablukasına alınan o meydanın sembolik direncine sahip çıkacak sandım. Ama ne oldu?
*
“Taksim değil, Kadıköy kardeşim” deyip çark etti. “Sendikalar böyle istiyor” diye de ekledi.
*
Bakın, bu sadece geri adım değil; bu korkaklığın siyasi versiyonudur. Bir gün “Taksim’i alacağım” diye yürek kabartıp, ertesi gün “karşıya geçin siz” demek, işçiyle emekçiyle dalga geçmektir. Bunun adına strateji diyenler olabilir, lakin ben ona şirinlik siyaseti diyorum. Çünkü Özgür Özel bir yandan polise, bir yandan iktidara “bakın ben radikal değilim, bana yüklenmeyin” mesajı veriyor.
*
Peki neden? Ben aday değilim dediği 2028’e oynuyor da ondan. Gözleri üstünden çekiyor.. O yüzden herkese göz kırpıyor: Bir gün işçiye, bir gün işverene, bir gün imam hatipliye, bir gün sekülere… Herkesin gönlünü kazanıp kimseyi küstürmeden yol alacağını sanıyor. Ama bu yol, direnişle değil, teslimiyetle döşenmiş bir yol olur. Ve bu yolda halk değil, ancak sistem kazanır.
*
Bugün Taksim’i savunamayanlar, yarın anayasayı nasıl savunacak? İşçinin yürüyüş hakkını koruyamayanlar, nasıl demokrasi mücadelesi verecek? Hadi anlatsınlar bize.
*
Özgür Özel’in Taksim çıkışı, bir cesaret ilanı değil, bir PR fragmanıydı. Tüm muhalefeti bu PR düzenine hapseden bu akıl, halkı “küçük idarelerle” avutmayı siyaset sanıyor. Ama halk her şeyin farkında. Geri adımı da, nedenini de, hedefini de görüyor.
*
1 Mayıs’ta Taksim Meydanı ne kadar ablukada olursa olsun halkındır, işçinindir, emekçinindir. Bunu söylemek için iktidarda olmak gerekmez. Cesur olmak yeterlidir.
*
Bugün 1 Mayıs: Mezarlıkta bayram, meydanda yasak, muhalefette çark, iktidarda sömürü. Bu ülkenin işçisine ne patron sahip çıkar ne devlet ne de koltuk hesaplarıyla siyaset yapanlar. İşçinin hakkı sadece kendi yumruğundadır. Çünkü bu topraklarda hak verilmez, ALINIR. Direnmeyen kaybeder, direnen kazanır.