"Toprak insandır. Toprak yaşamdır.
Toprak yoksa insan da yoktur."
Yaşar Kemal
Dallas Çiftliği yazımla ilgili çok sayıda yorum, mesaj ve mail aldım. Bir dokun bin ah işit oldu deyim yerindeyse.. Aynı durumu üniversite ve ilçe merkezlerimizin isimleri yazılarımda da yaşadım. Onlara da yine değineceğim ama bu bambaşka, çok içime işleyenler oldu. Muradiye'deki zeytinliklerine nasıl el konulduğunu anlatanlar, traktörlerimizle artık harfiyatçılık yaparız diyenler... Okurumdan gelen bir örneği olduğu gibi imlasına dokunmadan vereyim;
"Bütün Manisa organize sanayinin olduğu yerler Güzelyurt hep bağ bahçe meyvelikti. Bizim de 10 dönüm bağımız vardı orada. İçinde zeytin, incir, üzüm, kiraz, kayası, badem her şey vardı. Maalesef arıtma fabrikası yapıldı. Verdikleri parayla da bir ev bile almadık güzelim bağlar verimli topraklar yok oldu gitti. Kimse sesini bile çıkarmadı her yer artık beton yığını"
Bu sebeple biraz da istatistiki çalışma yaptım durum gerçekten çok vahim. Uzatmadan ve yormayacak bir yazı daha yazdım.
Cumhuriyet kurulduğunda temel hedeflerden biri şuydu:
Bu topraklar bir daha ne açlık görsün, ne dışa bağımlı olsun.
Kendi kendine yeten bir ülke.
Üreten bir halk.
Ve şimdi 2025'te neredeyiz?
İlkokulda ilk öğrendiğimiz şey şuydu; "Dünyada kendi kendine yetebilen 7 ülkeden biriyiz" ve Türkiye haritalarımız vardı, üretime göre bölgelere ürünlerin fotoğrafları koyulmuş şekilde. Üzgünüm, ama başardığımız şey elimizden alındı, kurucu ideallerin tam tersi oldu.
Bu tasfiye rastlantı değil. Tam aksine, iyi organize edilmiş bir programın ürünü.
Önce köyler hedef alındı. Köy okulları kapatıldı, taşımalı eğitim sistemi getirildi. Çocuklar artık köyde eğitim göremedi, kentlere bağımlı hale geldi. Sonra Büyükşehir Yasası çıkarıldı. Bir gecede binlerce köy, “mahalle” ilan edildi. Statü değişimiyle birlikte, köylerde hayvancılık ve tarım yapmak hem hukuki hem de ekonomik olarak zorlaştırıldı.
Ardından en kritik hamle geldi: Tarımda devlet desteği çekildi.
Mazot fiyatları üreticinin belini büktü.
Tohum, ilaç, gübre gibi girdiler neredeyse tamamen ithalata bağımlı hale getirildi.
Kooperatifler (Tariş gibi) işlevsizleştirildi.
Planlı destekler yerine, kontrolsüz ithalat tercih edildi.
Tarım ve Orman Bakanlığı'nın verilerine göre 2022'de 17 milyar dolarlık tarım ürünü ithalatı yapıldı. (Üstelik birçok ürün zaten Türkiye'de yetişebilecekken!)
20 yıllık bir süreçte köyler boşaldı, tarım arazileri imara açıldı, üretici desteklenmek yerine ithalatla ezildi, tarım bilgi kurumları zayıflatıldı, gençler üretimden koparıldı.
Kendi üreticisini desteklemeyen bir ülke, elbette yabancı tohuma, ilaca, gıdaya muhtaç hale gelir.
İşte tam da bu yüzden dünyanın en yüksek gıda enflasyonlarından birine sahibiz.
Marketteki domatesin, patatesin etiket fiyatına baktığınızda, bunun yalnızca tarım değil, aynı zamanda ulusal güvenlik meselesi olduğunu artık görmek gerekiyor.
Köyler Boşaltıldı, Kentler Şişti
Özellikle "Büyükşehir Yasası" ile köylere has olması gereken tüzel kişiliği Avrupa Birliği'ne giriyoruz goygoylarıyla ortadan kaldırıldı, mahalle oldu.
Köylü artık tarım arazisine bir traktör garajı yapamaz hale geldi.
Hayvancılık yapmak neredeyse imkansızlaştırıldı.
Sonuç?
**1990’larda Türkiye nüfusunun %35'i kırsalda yaşıyordu.
Bugün bu oran %7'nin altına düştü.
(Kaynak: TÜİK, Adrese Dayalı Nüfus Sistemi 2024)
Yani, köyde doğan çocuk artık köyde büyümüyor.
O çocuk ya büyükşehrin varoşlarında ya da sanayi tesislerinin ucuz iş gücü havuzunda kayboluyor.
Üstelik bu sadece bir demografik kayma değil.
Bu, gıda krizinin de sessiz adımlarıdır.
Toprağın Yerine Beton Serildi
Manisa örneği, bu dönüşümün en dramatik sahnelerinden biri.
Eskiden üzüm, zeytin, buğday kokan topraklar, şimdi villa siteleriyle, sanayi imarlarıyla dolu.
**Manisa’da son 10 yılda en az 25 bin dönüm tarım arazisi imara açıldı.
(Kaynak: TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası Manisa Şubesi)
Muradiye gibi verimli ovalar, bir zamanlar dünyanın en kaliteli üzümlerini, tütünlerini yetiştirirken;
şimdi rezidans projelerinin maketlerinde satılıyor.
Ve bu süreç durmak bilmiyor.
Şimdi Saruhanlı’ya el atıldı, verimli arazileri —bir önceki yazımda belirttiğim Dallas Çiftliği gibi alanlar— da betonlaşmanın eşiğinde.
Birkaç yıl sonra çocuklarımıza anlatacak bir üzüm bağımız bile kalmayacak.
Türkiye Tarımda Sadece Gerilemedi: Direncini Kaybetti
Bugün tarımda dışa bağımlıyız.
Ve bu yalnızca kötü yönetimin değil, bilinçli bir politikanın sonucu.
Mazot fiyatları dünya ortalamalarının çok üstünde.
Devlet destekleri yetersiz ve yanlış yönlendiriliyor.
Tarım kooperatifleri (mesela Tariş) işlevsiz bırakıldı.
Planlama yerine ithalatla günü kurtarma tercih edildi.
Bunlar tesadüf değil.
**Türkiye’de tarım alanlarının %12’si son 20 yılda kaybedildi.
(Kaynak: Tarım ve Orman Bakanlığı 2023 Raporu)
Yani hem toprağımızı hem üreticimizi hem geleceğimizi kaybettik.
Ve sonunda geldiğimiz yer:
Et, sebze, meyve Avrupa'dan kat kat pahalı.
Üstelik güvenilirlik sorunu da cabası.
Üretmeyen bir ülke, yönetilemeyen bir ülkeye dönüşüyor.
Son Söz: Hâlâ Umut Var mı?
Evet, var.
Ama bunun için önce gerçeklerle yüzleşmek gerekiyor.
Önce bu iktidardan kurtulmak gerekiyor.
Sonra da yeni iktidara "üretim ekonomisi" için baskı kurmak gerekiyor.
Gençleri tekrar toprakla buluşturacak teşvikler sağlanmalı.
Tarım planlaması, sadece maliyet değil; stratejik güvenlik olarak görülmeli.
Ve hepsinden önemlisi:
Köylüyü hor gören değil, köylüyü baş tacı eden kuruluş zihniyetine dönüşümüz şart.
Yoksa en verimli ovaların üzerinde, en lüks rezidanslarda yaşarken bile, sofralarımıza ithal domates koyup, ithal buğdaydan ekmek yapmaya devam edeceğiz.
Ve bir gün, çocuklarımız bize dönüp şöyle soracak:
"Toprak nereye gitti anne, baba?
Yaşar Kemal ile başladık onunla bitirelim yazıyı;
"İnsanı yaşatan topraktır;
Toprağını öldüren, kendini öldürür."