15 Mart 2011 tarihinde Suriye'de patlak veren iç savaş, sadece o coğrafyanın kaderini değiştirmekle kalmadı, aynı zamanda Türkiye’nin geleceğini de şekillendirecek bir dönemin başlangıcını işaret etti. Neden mi? Çünkü o yıl, Suriye sınırındaki 900 kilometrelik mayınlı alanın temizlenmesi kararı alındı. Şu soruyu sormadan edemiyoruz: Tesadüf müydü bu, yoksa önceden planlanmış bir adım mı?
*
Türkiye Cumhuriyeti devleti, 2025 yılı itibarıyla 87,9 milyon nüfusu olan bir ülke. Resmi kayıtlara göre bu nüfusun 4 milyon 33 bini sığınmacı statüsündeki yabancı uyruklulardan oluşuyor. Ya resmi olmayanlar? Kaçak yaşayanlar, kaydı bulunmayanlar? Onların rakamları sadece tahminler üzerine konuşulmaktadır. Çoğunluğu Suriyeli ve Afgan olan bu sığınmacılar, devletin himayesinde ve Türk halkının sırtına bindirilmiş bir kambur gibi büyümektedir. Vatandaşlık alıp Türkiye Cumhuriyet’i kimliğini taşıyanları söylemek dahi istemiyorum.
*
Doğurganlık oranlarına bakarsan Türk kadınının doğurganlık oranı 1,51, nüfus kendi kendini yenileyemiyor. Ekonomik sıkıntılar, gelecek kaygısı bu doğurganlık oranının düşük olmasının en büyük sebebi. Öyle sürekli 3 çocuk naraları atmakla olmuyor bazı şeyler. Öte yandan, ekmek elden su gölden olunca Suriyeli kadınların doğurganlık oranı ise 5,3 olarak verilere yansımış, Türk kadınının neredeyse dört katı, sanırsın savaştan kaçmak için değil sevişmek için ülkemize gelmişler.
*
Bu tablo ortadayken iktidarın göçmen politikasını desteklemek körlükten başka bir şey değildir. Çünkü günümüzdeki göçmen politikası tam anlamıyla bir milli intihardır. Hani "beka" diyerek gece gündüz propaganda yapanlar var ya, işte o "beka" sorunun bizzat müellifi, müsebbibi, taşıyıcısıdırlar. Türk milletinin yüzyıllarca kurduğu demografik denge, birkaç yıl içinde hoyratça, hesapsızca, bilinçsizce Arap ve Afgan göçleriyle tarumar edilmiş vaziyettedir. Engellenmezse, durdurulmazsa sessiz bir istila çok uzak değildir.
*
Sığınmacılar harcanan paraya bakıldığında resmi rakamlarda 37 milyar dolar gibi rakam görmekteyiz. Ülkenin eğitim, sağlık, güvenlik sistemleri iflasın eşiğine itilmiş, Türk çocukları kalabalık sınıflarda eğitimden mahrum kalırken, Suriyelilerin sevişmeleri dahil bizim vergilerimiz ile organize edilmiş keşke doğum kontrolleri de organize edilseymiş demekten kendimi alamıyorum. Dünyada hiçbir ülke yoktur ki halkının vergileri ile halkını azınlık konuma düşürecek çalışmalar yapsın.
*
Bu sistem öyle bir körlük, öyle bir ihanettir ki;
Yunanistan ve Ermenistan yan yana gelse yüz yıl uğraşsa, Anadolu'yu Türklüğünden bu kadar kolay uzaklaştıramazdı. İktidar, milletin alın teriyle kurduğu Cumhuriyeti, adım adım Araplaştırma ve kültürel asimilasyon projesine çevirmiştir. Sözde din kardeşlerimiz propagandası ile Arap çoğunluk Türk azınlık bir aile devletine doğru gidilmektedir. Bu politikaya yanlış diyen herkes bu yüzden cezaevinde, bu politikaya karşı hareket edebilecek her siyasetçi bu yüzden diken üstündedir. Bilimsel veriler açık ve net ortada iken gözümüzün içine baka baka "ensar muhacir" masalları milleti uyutmaktan başka bir şey değildir.
*
Mülteci politikasında mesele çok net insaniyet değil, sistemli bir kimlik değişimidir. Türk halkı, kendi vatanında ikinci sınıf yapılmak istenmektedir. Bu bir hata değil; bu bir bilinçli tasfiye operasyonudur. Ve bu operasyon sonrasında “milletim beni affetsin, kandırıldım” denilebilecek kadar basit bir şey değildir. Bu politikaya çanak tutan her kim olursa olsun tarih önünde asla affedilmeyecek bir ihanete çanak tutmaktadır!
POLİTİKA DEĞİŞMEZSE 2050-2070 YILLARINDA TÜRKİYE'DE YAŞANACAK SENARYO
Bu felaket politikasına bugün dur denilmezse, Türkiye'nin geleceği resmi rakamlarla karanlıktır. Yukarıda bahsettiğim rakamlar sadece kayıtlı, belgeli göçmenleri kapsamaktadır. Kayıt dışı Afganlar, Pakistanlılar, Afrikalılar bu tablonun dışındadır. Yani buzdağının görünmeyen kısmı henüz hesaplanmamıştır bile!
*
Küçük bir hesaplama yapalım, resmi rakamlar üzerinden yapalım bu hesaplamayı. 25 sene sonra yani 2050 yılında Türkiye nüfusu yaklaşık 95-100 milyon olacak. Bu nufusun%10-12’si Suriyeli/Afgan kökenli olacak. Ve özellikle Gaziantep, Hatay gibi illerde yerli Türkler azınlığa düşecek. Hatay’ın elimizden çıkması çokta zor değil bu senaryoda.2050 yılındaki senaryo henüz iyimser, göçmenler doğurganlık avantajıyla her yıl büyüyecek, Türk halkının doğurganlık oranı düştükçe göçmen oranı hızla artacak, Türk gençliği azalacak, göçmen gençliği dalga dalga genişleyecek.
*
Gelelim 2070 yılına, felaketin kurumsallaşması resmi rakamlara bakıldığında en net 2070 yılında olacak. Çünkü Türkiye’de göçmen kökenlilerin oranı %20’nin üzerine çıkacak Türkler’in mutlak azınlık olacağı şehir sayısı 40’a yaklaşacak. Mecliste göçmen kökenli milletvekilleri, göçmen partileri boy gösterecek. Türk kimliği, Türk dili, Türk kültürü tartışılmaya açılmayacak, direkt tartışılacak ve yavaş yavaş yok edilmeye başlanacak. Anayasa göçmenler üzerinden şekil değiştirecek. Türk kimliği yerine karma, tutarsız, kimliksiz bir Ortadoğu artığı, Arap kültürü hakim olacak. Bugün "bir şey olmaz" diyenler “ümmet kardeşimiz” diyerek bu politikalara destek verenler; olurda yaşarlarsa çocuklarını ve torunlarını, bambaşka bir milletin kölesi olarak görmek zorunda kalacaklar.
*
Şimdi düşünün “…memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri şahsi menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakr-ü zaruret içinde harap ve bitap düşmüş olabilir. Ey Türk istikbalinin evladı! İşte, bu ahval ve şerait içinde dahi vazifen, Türk İstiklâl ve Cumhuriyeti'ni kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!” diyen Türkiye Cumhuriyet’inin kurucusu Başkomutanı Gazi Mustafa Kemal Atatürk bu sözleri boşuna söylemiş olabilir mi?
*
Son Olarak,
Türkiye, kendi toprağında sessizce işgal ediliyor.
Türk milleti, kendi vatanında sindiriliyor.
Ve iktidar, bu ihaneti "kardeşlik" kılıfı altında meşrulaştırmaya çalışıyor.
Bu millet, eğer kendi aklıyla ve iradesiyle ayağa kalkmazsa,
"Türkiye Cumhuriyeti"nden değil, bambaşka bir ülkeden söz edeceğiz.
Ve o gün geldiğinde, asla geri dönüş olmayacak.