Konuya kitabın ortasından girelim. Zira artık zarif geçişlerin, satır aralarına sıkıştırılmış uyarıların zamanı geçti. Gözümüzün içine baka baka şekillenen bir tablo var ortada. Yeni rejimin en büyük tehdidi; seküler, demokrat, Atatürkçü Türkler.
Evet, sıra yine bize geldi. Ahmet Kaya'nın "Yorgun Demokrat" şarkısı geldi aklıma..
Hani şu yıllarca barışa destek vermekten, başörtüsü yasaklarına itiraz etmekten, Kürt coğrafyasında yaşanan hak ihlallerine ses çıkarmaktan, Ergenekon kumpasını görüp susmamaktan, FETÖ’nün karanlık gölgesine karşı yıllarca uyarı yapmaktan çekinmeyen insanlar..
Bugün öyle bir noktadayız ki; bir sabah uyanıyoruz, karşımızda MHP, AKP, Hizbullah, Öcalan ve DEM Parti.. Sanki el ele vermiş, yeni bir düşman icat etmişler; Makul, laik, demokrat Türkler.
Tarih tekerrür etmiyor ama motifler hep aynı, 1980 darbesinde “anarşi” bahanesiyle ezilen sol, 1990’larda “bölücülükle” bastırılmaya çalışılan kimlik talepleri, başörtüsü yasakları, kapatılan partiler. Bugün de “millî güvenlik” gerekçesiyle hedef tahtasına oturtulanlar; hukuku, laikliği ve cumhuriyet değerlerini savunanlar.
Barış dedikleri, Cumhuriyetsiz bir barış
Bir şeyi açık konuşalım: Cumhuriyet olmadan barış gelmez. Orta Doğu’nun göbeğindeki coğrafyaları alın önünüze; Irak, Suriye, İran.. O ülkelerdeki Kürt halkına bir sorun bakalım, Türkiye’de yaşayan Kürt yurttaşların onda biri kadar huzur ve güven içinde mi yaşadılar ve yaşıyorlar?
Lozan’dan bugüne bu topraklarda inşa edilen Cumhuriyet, tüm eksiklerine rağmen yurttaşlık temelinde bir barış vaadidir. Laiklik, etnik ya da mezhebi üstünlüğün değil; herkesin eşit yurttaş olması ilkesinin güvencesidir. Bunu kaldırıp yerine aşiret düzeni, etnik siyaset, mezhep milliyetçiliği ve kişisel lider kültü yerleştirerek barış gelecek sananlara kötü bir haberim var; bir hayli yanlış yoldasınız.
Tarihsel deneyim şunu gösteriyor; barış, kimliğin kutsanmasında değil; hukukun evrenselliğinde inşa edilir.
Özgür Özel’e düzenlenen saldırı bireysel değil, sistematikti. Tesadüf değildi, asıl hedef yalnızca Özel’in yüzü değil, hepimizin sesi, cesareti ve direnciydi.
Bu ülkede siyasete yönelen şiddetin geçmişi bir hayli kalabalık: 1970’lerde öldürülen gençlik liderleri, 1993’te Madımak’ta yakılan aydınlar, 2007’de Hrant Dink, 2022’de Sinan Ateş… Her biri “bağımsız bireylerin” işi olarak gösterildi. Her seferinde “yalnız kurdu” buldular. Ama her yalnız kurdun arkasında sistemin gölgesi vardı.
Bu nedenle Özgür Özel’e atılan yumruk, yeni düşmana bir uyarı ve otoriterliğin yeni bir tezahürüydü.
Ve DEM Parti’ye bir sözüm var
Ey köy sahibi, kale sahibi ağa Ahmet Türk... Kayyumlara gerçekten karşı mısınız? Gerçek muhatabınız kim? Cumhuriyetçiler mi atadı kayyumları? Sur’u dümdüz edenler Atatürkçüler miydi?
2015 sonrası Türkiye, çözüm sürecinin enkazından bir güvenlik rejimi inşa etti. Hendek çatışmaları, sokağa çıkma yasakları, Cizre bodrumları hafızalarımıza ağır biçimde kazındı. Ardından gelen kayyum furyası, seçmen iradesine yapılan darbedir. Ama bunu eleştirmek için önce o iradenin Cumhuriyet’e ve demokrasiye sahip çıkması gerekir.
Selahattin Demirtaş yıllardır tutuklu. Öcalan’a ise bir anda “terörist”likten "Sayın" ve "Önder" liğe geçti. Bu duruma da seksenlerin deyimiyle Apocular ve iktidar trolleri dışında sevinen yok. Apo ne Gandi'dir, ne Mandela, hatta ne de Zapata. Etrafta çekilen sevinç halayları da göremiyorum. Makul, demokrat Kürt, Türk tüm Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları kuşkuyla izliyor. Bu ikili siyaset biçimiyle kiminle hangi barış inşa edilecek?
Eğer bu ülkede laiklik, eşitlik, adalet ve hukuk zemininde barış istiyorsak, adres kapalı kapılar ardında değil; Türkiye Büyük Millet Meclisi’dir.
Bugün geldiğimiz noktada, “millî güvenlik sorunu” olarak tarif edilenler biziz. Önce makul muhalefet hedefe kondu, sonra sekülerler, sonra demokratlar. Ama şunu unutmayın; biz bu ülkenin çoğunluğuyuz. Türk’üyle, Kürt’üyle, Alevi’siyle, Sünni’siyle, cumhuriyetin kuruluş felsefesini savunan milyonlarız biz.
Bu toplum, 1946’dan beri sandıkta tercih yapıyor. 1961 Anayasası’nı 60’ta darbe görmüş bir toplum onayladı. 80 darbesini yaşadı. 2002’de “değişim” dedi. Aslında 2015'te de değişim dedi. 2013’te Gezi’de nefes almaya çalıştı. Bugün de yeniden “yurttaşlık” temelinde bir söz söylemek istiyor.
Ama karşımıza kurulan ittifaka bakın; AKP, MHP, Hizbullah, Öcalan ve DEM Parti… Birbirini yemeye hazır ama laiklik, Cumhuriyet ve sekülerlik söz konusu olunca yan yana geldiler..
Buyurun, barış deyin, çözüm deyin, sebepsiz fesih deyin. Ama bunu demokrasi diye satmayın. Türkiye’nin Cumhuriyetçilerini, laiklerini, demokratlarını kandırmaya çalışmayın. O kadar aptal değiliz, kolay da kanmayız.
Bu oyunu da daha önce gördük.
Elimde viski yok sevmem zaten, yalıda da değilim, memur çocuğuyum, bu yazıyı yazdığım saatte geçinebilmek için yaptığım işime ara verdim, yazı bitince de işe devam edeceğim.
Tekrar hatırlatayım; bu düzeyde makul, demokrat, Atatürkçü, Cumhuriyetçi milyonlarız ve sayıca sizden çokuz. Bunca vatandaşın gururunu incitmekten veya hedef göstermekten vazgeçin artık.