Silah bırakma, terörsüz Türkiye, yıllardır verdiğimiz şehitler, ölen Kürt gençleri, ardında bıraktıkları yaslı aileler için artık bu durum bitti. Kulağa çok güzel geliyor ve bunu gönülden istememek mümkün değil.
PKK'nın fesih kurutayının tam metnini inceledim. Bazı cümleler vardır ki ilk bakışta masum görünür. Ama içine dikkatle baktığımızda, sadece bir siyasi yönü değil, bir rejim ve gelecek vizyonu barındırır. PKK’nın 12. Kongresi sonrası yayınladığı “fesih ve silah bırakma” açıklaması da tam olarak böyle bir metin. Sadece bir örgütün silahı bırakması değil bu; Cumhuriyet’in temel belgelerine, yani Lozan Antlaşması’na, 1924 Anayasası’na, dolayısıyla ulus-devlet fikrine açık bir meydan okuma. Lozan Antlaşması'na atıfta bulunmalarının bir sebebi de kendilerini uluslararası alanda konumlandırmaları. Yani Barış güvercinimiz Abdullah Öcalan ilk gün neredeyse bugün de orada, fikirlerinde ve söylemlerinde hiçbir değişim yok. Yayınladıkları metin aynı zamanda, bu ülkede barış isteyen milyonlara atılmış bir "top şimdi sizde" pası.
PKK, Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihi kırılma anlarını sıralıyor: 1921 Teşkilat-ı Esasiye'ye, 1924 Anayasası, Lozan, Özal, 1993 Ateşkesi… Ve nihayetinde “PKK misyonunu tamamladı” diyerek sahneden çekildiğini ilan ediyor. Ancak bu çekiliş, bir tamam bitti artık değil, bir yok oluş değil. Biz görevimizi tamamladık, artık siyasetteyiz diyorlar. Ardında da bir sürü soru var, mesela KCK ne olacak. Yerine ikame etmek istedikleri şey “Demokratik Ulus” adı verilen gevşek yapılı, çok kimlikli bir toplum modeli. Kulağa fena gelmeyebilir ama detayları hayli muğlak ve devletin üniter yapısıyla derin çelişkiler içeriyor.
Ve işin en kritik yeri şurası: “Bu sürecin yürütücüsü Öcalan olmalı.” Yani Öcalan ile kimin belirlediği, kim olduğu belirsiz birileri tahminimce birkaç yıldır görüşüyor. Yaşadığımız bu başkanlık sisteminde devlet / hükümet ayrımı kalmadığı, bir parti devletinde yaşadığımız için bu sürecin siyaseten, yani siyasi çıkarlar için olup olmadığını da bilmiyoruz.
Bu işin çözüm yeri siyaset ise, silah değilse, madem demokratik siyaset esas alınacaksa, o halde siyaset yapma hakkı bizzat elinden alınan ve milyonları arkasından sürükleyebilen bir figür olan Selahattin Demirtaş neden Edirne Cezaevi’nde çürümeye terk edildi?
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına rağmen tam 9 yıldır tutuklu? Seni başkan yaptırmayacağız dediği için mi? O halde Abdullah Öcalan başkanlığın devamı için mi artık siyasi figür diye sormamak elde değil.
İmralı Kartı ve Gizli Diplomasi Meselesi
Öcalan kartı daha önce defalarca iç siyaset için masaya sürüldü. 1999’dan bu yana her kriz anında İmralı’nın “akil figür” olarak sunulma denemesi, siyasetin çözümsüzlüğünden değil, gizli müzakere bağımlılığından kaynaklanıyor.
Hâlbuki eğer bu ülkede barışçıl ve demokratik bir gelecekten söz edilecekse, bu işin yeri TBMM’dir. Kameraların açık olduğu, herkesin görebildiği, “ne konuşulduğunu sadece üç kişi biliyor” türü görüşmelerin yapılmadığı bir Türkiye’den söz ediyorum.
Bugün hala İmralı üzerinden konuşup, aynı anda Selahattin Demirtaş gibi siyasal temsil kabiliyeti olan bir figürü cezaevinde tutmak, hukukun değil siyasetin karar verdiği bir dengeyi gösteriyor bize.
Sahne Işığı Kime Yanıyor?
Kürt sorununun çözümünde hangi aktörlerin meşru sayılacağına kimin karar verdiği, Türkiye’nin demokratik eşiğini belirleyecek.
Eğer bir siyasi aktör, milyonlarca oy almış, parlamentoda grup kurmuş bir partinin liderliğini yapmışsa ve hâlâ cezaevindeyse; ama aynı anda yıllardır Türkiye'ye kan kusturan, onbinlerce Türk ve Kürt gencinin ölümünden sorumlu olan ve 25 yıldır tutuklu olup örgütünün bitme noktasında olduğu Öcalan çözüm sürecinin “olmazsa olmazı” olarak lanse ediliyorsa, burada söylemler eylem arasında fark var demektir.
Şeffaflık mı? Zihin Okuma mı?
Türkiye defalarca bu süreci yaşadı: Oslo görüşmeleri, Dolmabahçe mutabakatı, Habur krizi… Hepsi kamuoyundan saklanarak, “halka rağmen barış” anlayışıyla yürütüldü. Oysa barış, ancak toplumun vicdanında ve ortak aklında karşılık bulursa gerçek olur.
Bugün yapılması gereken şey açık; bu ülkenin çözüm adresi TBMM'dir.
Eğer yeniden bir barış masası kurulacaksa, bu masa 600 vekilin gözü önünde kurulmalıdır. Öcalan mı? Elbette düşüncelerini söyleyebilir. Ama meşruiyet zemini cezaevlerinden değil, meclisten geçer.
Bundan sonra sorulması gereken soru şudur; “Barış” adı verilen bu yeni süreç, sadece bazı odaklara mı bırakılacak, yoksa toplumun tüm renkleriyle birlikte mi yürütülecek?
İşin en düşünülmesi gereken taraflarından biri de PKK'nın açıklamasının hemen ardından yeni anayasa söylemlerinin başlaması.
Hiçbirimizin bilmediği bir yere doğru sürükleniyoruz. Ama bildiğim hiçbir çözüm, adalet duygusu yara almış bir halkın vicdanında kök saklamaz.
Devlet Bahçeli; 28 yıldır MHP genel başkanı, tüm siyasi hayatı hatta var oluşu PKK ve Kürt siyaseti karşıtlığı üzerine kurulu. Hatta Cumhur İttifakı olarak son seçim kampanyası da Millet İttifakı karşısında da bunun üzerine kuruluydu. Abdullah Öcalan 25 yıldır Türkiye Cumhuriyeti Devletinin elinde tutuklu. Yakalandığı ilk gün "devletimin emrindeyim" dedi.
Soru şu; neden şimdi? Neden bunca sene en küçük barış sözüne karşı büyük bir öfkeyle saldırırken bugün ne değişti? Neden bunca yıldır bunca insan hayatını yitirdi? PKK'nın açıklamasından anladığımız onların fikrinde hiçbir değişim yok. Silahlı misyonumuz bitti artık siyasetteyiz diyorlar. Ve Bahçeli ile "dünya ve çevremizde değişen konjonktür" gibi aynı söylemleri var. Peki nedir bu değişen konjonktür ve niçin değişti, ne yapılması planlanıyor ve neden şimdi?
Bu soruların cevabını 50 yıldır ülke ekonomisine verilen büyük zararları göğüsleyen, bu uğurda evlatlarını, canlarını veren Türk, Kürt tüm Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının bilmeye hakkı var. Bilmediğimiz bu süreci kapalı kapılar ardında 3-5 kişinin kararlarıyla yürütmek topluma yapılmış çok büyük haksızlıktır.