Ramazan ayının havası başka… Mübarek ayın başlamasıyla birlikte yeryüzünü bir rahmet ve bereketin kapladığını hissediyor insan. Çok farklı bir manevi hava sarıyor herkesi. Tabi haliyle günlük yaşantı ve geceler de bir anda kabuk değiştiriyor. Kahvehaneler, parklar, çay bahçeleri sahura kadar hizmet verdiği için insanlar geç saatlere kadar dışarıda zaman geçiriyor. Hatta birçok kişi dışarıda sahurunu yapmayı tercih ediyor.
Havalar sıcak, günler uzun. Oruç tutmak hiç kolay değil. Ama iftarı bekleme süresi ne kadar uzun olursa olsun insan vücudu ona göre kendini programlıyor. Ve o iftarı bekleme heyecanı hiç değişmiyor.
Ramazan ayı denince akıllara eski ramazanlar geliyor nedense. Çünkü o samimi dönemleri büyükler özlüyor küçükler ise merak ediyor.  Geleneklerimiz, alışkanlıklarımız ve inançlarımızın bir buketidir belki de Ramazan. Nostaljidir çoğumuz için. 
Eskiden Ramazan ayı iple çekilirmiş. Çünkü iftar sonrasında yetişkinlere ve çocuklara özgü oyunlar, eğlenceler tertiplenirdi. Dini konserler, etkinliler ve daha neler neler... O zaman internet yok, sanal dünya henüz keşfedilmemiş. Haliyle insanlar gerçek dünya ile meşgul. Hacivat ile Karagöz’ün diyaloğu bu yüzden efsaneleşti.  Meddah’ı binlerce kişi keyifle izlerken o zaman Cem Yılmaz’ın Youtube’deki güldüren filmleri yoktu. Recep İvedik de henüz doğmamıştı. Teknoloji neredeyse yoktu. Yani insanlar kendi eğlence modelini kendileri icat etmek ya da mevcutla yetinmek zorundaydı.
O dönemlerde ihtiyaçlara bağlı olarak başlayan bazı gelenekler zamanla İslam dininin de bir parçası haline geldi. En önemli sembol ise hiç kuşkusuzRamazan davulu. Osmanlı ve Cumhuriyet döneminde maniler eşliğinde davul sesiyle insanlar sahura kaldırılırdı. Çünkü insanları sahurdan haberdar etmek için başka bir çare yoktu. Bu uygulama zamanla çok sevildi. Ve gelenekselleşti. Günümüze kadar da geldi. Öyle de sağlam bir yere sahip ki, neredeyse İslami bir emirmiş gibi toplumsal bir algı da var davul hakkında. 
Peki davul gerçekten İslam’ın kriterlerine uygun mu?
Soruyu özellikle sordum çünkü konuyu bu açıdan tartışanların sayısı az değil.Ama yersiz bir tartışma. Bu çerçevede bir tartışmanınbizi sonuca götürmeyeceği ortada. 
Tartışmamız gereken şu; Davul bizi gerçekten sahura uyandırıyor mu? Yani yüzyıllardır bir ihtiyacı karşılamak üzere devam edegelen davul geleneği gerçekten gerekli mi yoksa gereksiz bir tıngırtıya mı dönüştü?
Çok dikkatli bir şekilde izaha çalışayım. Dün gece Ramazan ayının ilk sahuruna kalktık. Manisa’da imsak saati ilk gece için 03.49 olarak Diyanet tarafından belirlenmiş. Normal şartlarda Manisa’da yaşayan birisi saat 3.20 civarında uyanıp 20-25 dakikada yeme içme işini hallettikten sonra 03.49’da sabah ezanının okunmasıyla birlikte namazını kılıp uyumayı planlar. Genellikle böyle yapılır. Ama istisnalar elbette doğal olarak var. Bazıları daha erken sahur yapıyor, bazıları ise sahur vaktine kadar hiç uyumuyor. Ama genelde ve mantıklı olanı sahur vaktine yarım saat kala uyanmaktır. Bu durumda davulun saat 3’ten sonra çalmaya başlaması lazım ki işe yarasın, amacına ulaşsın.
Pekiböyle mi oluyor?
Örneğin dün gece saat 02.00’da davul çalmaya başladı.Bazı yerlerde 02’00’dan önce davul sesi duyuldu. Çünkü mahalle büyük ve bir davulcu bir mahalleyi 2 saatte anca dolaşabilir. Yani mahallelinin bir ucundaki, diğer ucundakinden tam 1 saat önce sahura kalkmış daha doğrusu kaldırılmış oluyor. Bunun neresi İslam’a uygun? Üstelik manilerle, melodilerle de çalmıyorlar davulu. Tokmağı rastgele vuruyor. Vurabildiği kadar vuruyor. Hele ışıklar yanmamışsa biraz daha biraz daha… “İyi de saat daha gecenin 2’si be kardeşim, 1,5 saat önceden niye uyandırıyorsun?” dersen yandın! 
O zaman bir şeyler yapmalı. Vebal altındayız, çünkü oruç tutmayan veya tutamayanların da hakkı var!
Ramazan davulu Kur’an ayeti değil. Değiştirebilir, uyarlayabilir, faydalı hale getirebiliriz. Ramazanı, davulcunun insafına bırakırsak o da dengi dengine çalar. İslam dininin içine sızmış ve bir parçası haline gelmiş bu tarz gelenekleri sonlandırmak veya nostaljik bir geleneği bir anda kaldırmaktan söz etmiyorum. Bu işi kesip atmak en kolaycı yaklaşım olur. Çözüm bu değil. Geleneği sürdürmemiz lazım. Ama bu haliyle değil,orijinal haline döndürerek. 
Öncelikle davulun saatinde çalınmasını sağlamamız şart. Manisa için bu yıl en erken 03.00’dan sonra insanlar davul sesi duymalı. Mademki bir davulcu bir mahalleye yetmiyor. O halde süreyi kısaltmanın yolu, mesafeyi kısaltmaktır. Davulcunun her sokağa, her caddeye girmesine gerek yok çünkü zaten insanlar çalar saatle sahura kalkıyor. Burada amaç sembolik olarak bu geleneği aslına uygun devam ettirmek. Bu amaç doğrultusunda mahallelerin iç kısımları ve ara sokakları yerine belirli ana caddelerde manilerle çalınması kültürel mirasın devamına da katkı sağlamış olur. Artık işkenceye dönüştüğü net bir şekilde ortada olan davul geleneği, günümüz şartlarına uygun, ehil kişiler tarafından, geleneksel giysiler ve maniler eşliğinde uygulanırsa inanın güzel ve bir o kadar anlamlı olur.
Çünkü Ramazan rahmet ve mağfiret ayıdır. İçinde olumsuzlukları değil, güzellikleri barındırır…