50'li yıllarda  Mehmet, askerden gelince, ailesi ile İstanbul'a yerleşmişti. İnşaat dahil, gündelik işlerde yıllarca çalıştıktan sonra, nihayet bir fabrikada iş bulmuştu. 

Kardeşlerinin okulu, ev kirası derken babasıyla kendi maaşı ancak geçinmelerine yetiyordu.  Babası vefat  edince bütün ailenin yükü Mehmet'in omuzlarındaydı.  İki kardeşi evledikten sonra  kendisi de yuva kurmuştu. Sonra çoluk çocuk, geçim sıkıntısı  derken, yıllarca memleketine Manisa'ya hiç gidememişti.. 

Bu arada çocukları da büyümüş, iş güç sahibi olmuş, yuva kurmuşlardı. Geçen bu süre içinde annesi de hakkın rahmetine kavuşmuştu... Mehmet artık eşiyle İstanbul'da bir başınaydı. Kendisini çok yalnız hissediyordu. Memleket hasreti içini kor gibi yakıyordu. Gece gündüz karısına sürekli Manisa'yı anlatıyordu.

Doğduğu evi, yollarında koştuğu sokağı, insanları...  Birbirini seven,sahip çıkan mahalle komşularını... Evlerinin bahçesini ,
annesinin sardunyalarını, fesleğenlerini...  Arkadaşlarını, okulunu, evlerinin altındaki dereyi..

Mehmet bıkmadan, usanmadan, özlemle, sevgiyle memleketini anlatıyor, anlatıyor, anlatıyordu...

Eski fotoğrafları elinden, memleketini dilinden düşürmüyordu. Karısı bazen onun bitmek bilmeyen bu memleket sevdasından sıkılıyor, ama kocası ,bu iç yangınına dönmüş memleket hasretini, anlatmaktan vazgeçmiyordu.

Sonunda karısını memleketine gitmeye ikna etti. Mehmet yıllar  sonra, doğduğu topraklara Manisa'ya gidecekti.
Öyle sevinçli öyle heyecanlıydı ki.. İçi içine sığmıyordu. Kısa sürede hazırlıklarını tamamlayıp, trenle  yola çıktılar.

50'li yıllarda trenle ayrıldığı  Manisa'ya, 97  yılında  yine trenle dönmek istemişti.  Mehmet yol boyunca karısına memlekette nasıl sevildiğini, arkadaşlarının onu nasıl özlemle karşılıyacaklarını, hele  "Keçi " lakaplı Reşat'ın, kendisini görünce nasıl sevineceğini anlattı durdu. Sonra da ; "Bak Güler bizim memleket  İstanbul'a benzemez. Trenden iner inmez bir faytona biner,  İstanbul otele  gideriz. Çok sıcak samimi bir yerdir. Sahipleri çok iyi insanlardı.

Biraz dinlenir, karnımızı doyurur, ertesi gün  bizim mahalleye gideriz. Göreceksin, buraları çok sevecek, bana hak vereceksin." Diye heyecanla hayallerini  anlatıyordu.

Tren memlekete  geldiğinde,  Mehmet'in heyecandan kalbi duracak gibiydi. İstasyonda ellerinde valiz, Mehmet nefes almakta zorlanıyordu. Sevinçten adeta çocuklaşmıştı. Karısı sakin olmasını söylese de Mehmet'in heyecanı doruktaydı.
Önlerinden geçmekte olan bir gence Mehmet : "Oğlum faytonlar nerede?" Diye sordu, genç ters ters bakarak: "Ne faytonu babalık, bu devirde fayton mu kaldı? Bak karşıda taksiler var. Nereye gideceksen bin git ."Dedi.  Mehmet donmuş kalmıştı .
Biraz şaşkın biraz mahçup, eşine döndü, karısı taksiye binmeleri gerektiğini söyledi.

Taksiye binince Mehmet: "İstanbul  otele oğlum. Şehrin en iyi oteli "Dedi...
 

Taksici;"Şaşırdın herhalde beyamca, İstanbul oteli mi kaldı? Otel Arma  diyecektin galiba . Şehrin en iyi  oteli ,adı gibi.." Dedi. Mehmet arka arkaya yaşadığı bu hayal kırıklığından dolayı  çok  üzgündü... Yol boyunca gördüğü, yüksek binalar, büyük dükkanlar, mağazalar Mehmet'i adeta şok etmişti...

Otele yerleştiler, Mehmet uğradığı düş kırıklığının girdabında dışarıyı seyrediyordu... Umut yüklü hayalleri bir bir yıkılıyordu... Hiç bir şey düşündüğü gibi değildi. Yıllardır hayalinde yaşattığı şirin memleketi öyle değişmişti ki... Karısının, omuzuna dokunan şefkatli eli, hüznünü daha da artırmıştı..

Gece dinlenip sabah kahvaltıdan sonra , dolaşmaya çıktılar. Mehmet'in sesi kesilmiş, yaşama sevinci bitmişti sanki.
Gezdikçe her sokağın, her caddenin değiştiğini, küçük bahçeli evlerin apartman,esnaf dükkanlarının çoğunun da mağaza olduğunu gördükçe, yıllardır memleketine dair beslediği umutları tükeniyordu.

Yanında hiç şikayet etmeden yürüyen eşine bakınca içi daha çok sızladı. Güler kocasının hatırına, tren yolculuğu yapmış, onunla yollara düşmüştü. Şimdi de birlikte  yürüyerek, bir tanıdık, bir dost  arıyorlardı.

Çarşıda tanıdığı kimseyi bulamayan Mehmet , karısına eski mahallesine  gitmek istediğini söyledi. Eğer orada da tanıdık kimseyi bulamazsa, İstanbul'a dönmeye karar vermişti. Eşini buralarda daha fazla yormak istemiyordu.

Ümidi kırılmış bir halde ağır ağır, çocukluğunun geçtiği mahalleye doğru yürümeye başladı. Karısı da sessizce yanında yürüyordu. Dakikalar geçmesine rağmen Mehmet  tanıdık bir insan görmemişti. Mahallesindeki bütün evler, ya değişmiş , ya da el değiştirmişti.

Birden Mehmet'in gözleri parladı...Heyecanlandı, sevinçle: "Güler bak bizim manifaturacı Tahsinlerin  evi! Aynı çocukluğumdaki gibi duruyor. Biraz eskimiş dökülmüş ama  " Bunları söylerken Mehmet sanki çocuklaşmıştı.

Hemen kapıyı çaldı. Kalbi deli gibi çarpıyordu, ikinci çalışında kapıyı genç bir kız açtı, kimi aradığını sordu. Mehmet, manifatufacı Tahsin derken kız sözünün bitmesini beklemeden: "Ben onları tanımıyorum, biz evi aldığımızda sahibinin öldüğünü söylemişlerdi " dedi."  Tahsin'in oğullarının İzmir ve Ankara'ya  yerleşmiş olduklarını, başka da bir bilgisi olmadığını belirtti.

Mehmet  neye uğradığını şaşırmıştı. Bu hayali de yıkılmıştı. Bunun gibi kapısını çaldığı dört eski evden de tanıdığı biri çıkmamıştı. Artık tanıdık birine rastlama ümidi kalmamıştı.

Çocukluğunun geçtiği sokaktan içi parçalanarak ayrılıyordu. Bu sokak , bu mahalle ne çok anı saklıyordu. Kıyıda köşede çocukluk günlerinin  şen kahkahaları, okul yılları, arkadaşlıkları gizlenmiş ona bakıyorlardı sanki... Bir kapı açılıp bir testi su bir maşrapayla, bir kadın çıkıp çocuklara su verecekti sanki...

Güler eşinin durumuna çok üzülmüştü, ona biraz ümit vermek için: "Moralini bozma Mehmet, kimseyi bulamadık ama ,bak memleketinde, mahallende sokağındasın.

Buna da şükür, bak şu soldaki sokak hiç değişmemiş, bütün evler bahçeli, eski ama badanalı. O sokağa bir baksak mı?" Dedi.

Mehmet ümitsizce:Baksak n'olacak?.. Tanıdık bir dost görmedikten sonra...Seni de buralara kadar yordum, boşu boşuna.."

Sesi öyle kırgın, bakışları öyle hüzünlüydü ki... Karısı eşinin bu haline çok üzüldü.. Sevecen, samimi bir ifadeyle...

"Ben buraya senin için seve seve geldim. Üzülme gel şu sokaktan geçip, ana caddeye inelim. Çocukluğunun geçtiği yerlerdeyiz. Bence tadını çıkar, bak karşıda büyük bir çınar ağacı altında  da eski bir çeşme var." Dedi.

Mehmet çocukluğunda  defalarca, su içip,elini yüzünü yıkadığı çeşmeyi görünce sevindi. Artık kimseye soru sormadan bu sokağı gezip otele dönmeyi düşünüyordu.. Çeşmenin yanına gelince, içi bir tuhaf oldu. Çeşmenin yosunlu duvarı, önündeki  yalak, yirmi dört saat su akan musluksuz borusu, eskimiş olmakla birlikte, sanki çocukluğuna, gençliğine bir kapı açmıştı.

Hatıralar hayallerine,  hücum etmiş, resmi geçit yapıyorlardı. Bir anda hıçkırıklar boğazında düğümlendi. Ellerini yıkayıp bir yudum su içti.

 Güler'e,"Gidelim ." Dedi.

Artık çevresini görmüyordu. Hatıralar ve hayal kırıklığı Mehmet'i perişan etmişti. Biran kendisine seslenildiğini sandı. Sonra toparlandı. Kulaklarında sanki kendi adı yankılanıyordu. Memleketindeydi, tanıdığı  kimseyi görmemişti ve şimdi gaipten sesler duymaya  başlamıştı.

Birden irkildi! Kalbi deli gibi çarpnaya başladı! Dinledi. "Beee.ee.eee! Beee.eee.eeee!"Evet duyuyordu bu oydu bu  keçiydi !..

Çocukluk arkadaşı 'Keçi Reşat' tı."

Bütün gücüyle:"Keçiiii! Keçiiii !"Diye bağırıp  geriye, sesin geldiği yöne doğru hızla yürümeye başladı.

Karısı telaşla;"Mehmet sana bağıran yok, geri dön!" Diye bağırdıysa da, sesini duyuramadı. O da üzüntüyle Mehmet'in arkasından koşar adım yürüdü.

O sırada yaşlı bir kadın pencerenin önündeki kocasına;"Bıktım senin eski arkadaşlarını sayıklamandan. Artık kabul et, arkadaş markadaş yok. Onların hepsi ya burayı terketti, ya da öldü. Uyan artık bu rüyadan. Gelene geçene Ahmet, Mehmet diye bağırp melemenden usandım. Yeter!" Diye söyleniyordu.

Yaşlı adam heyecanla; "Ayşe koooş, kapıyı aç Mehmet geliyor! Çocukluğum geliyor ! Geçmiş günlerim geliyor!" Dedi pencereden dışarıya sesinin çıktığı kadar: "Beeee.eeeee !" Diye bağırdı.  

Dışarıdan;"Keçiiii !  Keçiii !" Diye karşılık veren sesi duyunca, Ayşe'nin eli ayağı titredi.  "Allah'ım bu garibin sesini duydu da , arkadaşını gönderdi . Rabbim sen ne yücesin."  Diye içinden geçirdi. Koşar adım kapıyı açtı.

Mehmet çocuk gibi sevinerek, adeta yüreği kuş kanadı gibi çırparak arkadaşına koştu. İki arkadaş öyle bir hasretle birbirlerine koşup sarıdılar ki.

İki yaşlı kadın; Geçmişe, birbirine , dostluğa hasret, bu iki arkadaşın  buluşmasını gözyaşları içinde seyrediyorlardı.

Reşat'ın pencere önündeki eski dost bekleyişi, Mehmet'in memleket hasreti, İki arkadaşın sevinç gözyaşlarıyla, bir birlerine kavuşmalarıyla  bitmişti...