TARSİM verilerine göre, don felaketinden en fazla etkilenen iller arasında Manisa birinci sırada yer aldı. 59 bin 648 poliçeyle toplam 10 milyar 966 milyon liralık hasar açıklandı. Manisa genel anlamda da en çok zarar gören il konumunda.
En çok etkilenen ürün ise üzüm. Zaten Manisa’nın zarar bakımından zirvede yer almasının nedeni de bu.
Üzüm hem Manisa hem de ülkemiz açısından son derece stratejik bir ürün. Allah’ın bu topraklara bahşettiği en güzel hediye. Ancak bu yıl rekoltede büyük düşüş kaçınılmaz.
TARSİM Yönetim Kurulu Üyesi ve Tarım Sigortaları Havuz İşletmesi Genel Müdürü Bekir Engürülü, rakamları bugün açıkladı. Üzümde 11 milyar lira, kayısıda 3 milyar lira, fındıkta 2,7 milyar lira, elmada 2,1 milyar lira, nektarinde 913 milyon lira, şeftalide 552 milyon lira hasar var.
Poliçe sayısına baktığımızda Manisalı çiftçinin diğer illere oranla daha tedbirli olduğunu da söyleyebiliriz. Bu tesellimiz.
Sonuç itibarıyla açıklanan yaklaşık 11 milyar TL korkunç bir rakam. Eski parayla nerdeyse 11 katrilyon zarar var. Zirai donun ürünlere bu denli zarar vereceğini kimse tahmin edemezdi. Tam çiçek açmaya başlayan ağaçların ve bağların günlerce süren zirai don sonrası adeta kuruması, aslında yeni normalimiz.
Ne mi demek istiyorum?
Bundan sonra doğadaki, ovadaki hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Rüzgar daha sert esecek, kasırgalara şahit olacağız. Zamansız yağışlar ve birden oluşan seller daha da artacak. Zirai dondan, kuraklığa her türlü felaket kapıda.
Mevsimlerin dengesi değişti. İlkbahar ve sonbahar yavaş yavaş yok oluyor. Nüfus artışı, ormanların hızla azalması, bitki ve hayvan türlerinin azalmasına hatta yok olmasına neden oldu. Doğaya salınan zararlı gazlar, çöpler, plastik atıklar sonumuzu yavaş yavaş getiriyor.
Diyeceğim şu ki; Artık şu kadar üretirim, şu kadar eker şu kadar biçerim, şu kadar dönüm yerden şu kadar kazanırım, hasat sonrası oğlanı kızı evlendiririm gibi planlar bir anda bozulabilir. Hesaplar şaşabilir. Çiftçilik, ekip biçmek ön görülemez bir yöne sürükleniyor.
Özellikle kuraklık, susuzluk en büyük tehlike.
Çanlar çalıyor ve halen farkında değiliz.
Bugün doğan bir bebeğin 20 yıl sonra ne olacağını değil nasıl hayatta kalacağını tartışacağız korkarım. En önemli gündem kuraklık, susuzluk olacak.
Nüfus artar ve mevcut su tüketim alışkanlığı devam ederse, 2030 yılında kişi başına düşen su miktarı 1.200 metreküpe, 2040'ta 1.116 metreküpe ve 2050'de 1.069 metreküpe düşecek. Hatta bu bilimsel verilerin çok iyimser kaldığını düşünüyorum.
Şimdi kişi başına ne kadar su düşüyor: 1.312 metreküp. Yani biz şanslıyız. Fakat çocuklarımız bu kadar şanslı olmayacak.
Türkiye’de suyun yüzde 75’ten fazlası tarımda kullanılıyor. Su azalırsa çiftçi üretemez. Ve açlık başlar.
Hükümet, belediyeler bu meseleyi çok daha ciddiye almalı. Tarım alanlarında gelişigüzel açılan su sondaj kuyuları başta olmak üzere su sarfiyatına neden olan tüm alışkanlıklara, uygulamalara sen verilmeli.
Suyun dağılımı tek elden ve bilinçli yapılmalı.
Su konusunda herkes cimri davranmalı. Ve fiyatının çok ucuz olması sarfiyatın da artmasını kolaylaştırıyor.
Suyu çok kullanmanın bedeli de çok olmalı. Bir hanenin aylık ortalama sarfiyatının fiyatı uygun tutulmalı. Ancak belli bir ortalama aşıldığında fiyat artmalı, katlanmalı.
Başka çözüm yolu yok. Ne “israf haramdır”a bakıyoruz ne de “suyu boşa akıtmayalım” uyarılarına çünkü…
Devlet kural koyacak, önlem alacak, herkes uyacak.
Bu işin başka çaresi yok.
Zaten gidişat da oraya gidiyor.
Olan oldu, doğa bozuldu. Su savaşları falan zaten kaçınılmaz. Su en pahalı içecek olacak! Çok değil, birkaç yıla…