Mayıs ayının başıydı. Öğle vakti yakınımızdaki markete giderken on yaşlarında bir çocuğun çöp konteynerini karıştırdığı gördüm. Kağıt, hurda, cam, plastik gibi şeyleri kendisinden iki kat büyük balya olan iptidai arabasına koyuyordu..
Marketten dönerken, çocuk arabasının kolları arasına girmiş, anneleriyle okuldan dönen çocuklara öyle mahzun bakıyordu...
Çocuğun o hali içime dokunmuştu. 
Yanına gelince halâ dalgın, mahzun bir halde okuldan gelip geçenlere bakan çocuğa,”Oğlum sen okula gitmiyor musun?” dedim.
Çocuk irkildi, dalgınlığından sıyrıldı. “Gidiyorum teyze ,bugün öğretmenim hastaydı, bize izin verdiler” dedi.
“Okul çocuklarına çok dikkatli bakıyorsun da” dedim.
Çocuk, “Annelerine baktım.  Ne güzel çocuklarını okuldan alıyorlar” yanıtını verdi.
“Senin annen seni okula götürüp -getirmiyor mu?” diye sorunca, çocuk sustu, yutkundu, iç çekti. Sesi titreyerek, “Benim annem öldü” dedi.
Bu cevap karşısında dondum kaldım. Minicik acı dolu bir yürek, hayatın bütün yükünü küçücük omuzlarında taşımaya çalışan bir yavru...
“Allah rahmet etsin oğlum, Allah yardımcın olsun. Al bugünkü  harçlığın benden olsun oğlum” dedim.
Çocuk çekine çekine harçlığı aldı. Gözleri dolu doluydu. “Teyze, kimse bana harçlık vermeseydi okula tek başına gidip gelseydim, hep çöp  karıştırsaydım ama keşke annem yaşasaydı” derken kara gözlerinden akan yaşlar, esmer zayıf yanaklarını ıslatıyodu...
Sözün bittiği yerdeydim...
Küçük çocuk arabasıyla ağır ağır giderken yüreğime bir avuç köz atmıştı. Arkasından "Allah seni korusun, Allah'a emanet ol yaralı yürekli yavru. Benim içim yandı, Rabbim sana sabır versin” diye dua ederken, küçük çocuk gözden kayboldu.
Bir daha kendisine rastlamadım ancak o masum çocuğun o yürek burkan hali aklımdan çıkmadı...