1965 yılında Ayhan henüz on beş yaşındayken ailesiyle birlikte Almanya'ya gitmişti. O zamana kadar yaşadığı Lalapaşa mahallesi onun için artık uzak bir hayal olmuştu. .
Meslek okulu, yeni kültür, Almanlar tarafından dışlanmak. Zorluklarla dolu uzun yıllar. 
İçlerinde büyüyen vatan hasreti. 
Her yaz Türkiye'ye geliyorlardı. Ancak Manisa'ya uğramıyorlardı. Artık varlıklıydılar. Manisa onlar için cazip değildi. İstanbul'da güzel bir semtte, apartmanda oturmak varken. Manisa'ya dönmek akıllarına bile gelmiyordu.
Yatırımlarını İstanbul'a yapıyorlardı. Mark Türkiye'de değerliydi. Babası elinden geldiğince birikim yaptıktan sonra Türkiye'ye dönmeyi planlıyordu. Ayhan otuzlu yaşlarda evlenmiş, çoluk çocuğa karışmıştı. 
Yıllık dört, beş haftalık izinlerini İstanbul'a yakın, yazlıklarında geçiriyorlardı. Akrabalarının çoğu Almanya'daydı.
Seneler İstanbul, Almanya, yazlık arasında geçiyordu. 
Ta ki bir nisan ayında, öğle yemeği sırasında Türkiye'den yeni dönen Yozgatlı bir arkadaşının anlattıklarını duyuncaya kadar.
Arkadaşı ev almak için İzmir'e gitmişti, emlakçıları dolaşırken bir tanıdığı hafta sonu Manisa'da mesir saçılacağını, hazır İzmir'deyken mesir saçımını da görmesini tavsiye edince, Yozgatlı hep duyduğu, merak ettiği bu şenliği görmeye karar vermişti Cumartesi günü Manisa'ya gelip gezince, adeta Manisa'ya vurulmuştu..
Hele ertesi gün Sultan Camii'nden saçılan mesiri görünce... Birkaç tane de mesir kapınca... Hayallerindeki şehrin Manisa olduğuna karar verip Manisa'dan ev alıp Almanya'ya dönmüştü. 
Ayhan arkadaşını dinlerken elinde olmadan öyle bir kıskançlık duygusuna kapıldı ki. Onun yıllardır gidip görmediği Manisa'yı ilk defa gören biri nasıl sevgiyle anlatıyordu. Manisa’yı nasıl övüyordu...
Ayhan içinin kor gibi yandığını hissetti. .
Aslında varolan, ancak hep ötelediği
Manisa hasreti depreşmiş, yüreğini yakıyordu.
Yıllarca nasıl Manisa'dan uzak kalmış, niçin Manisa'ya gitmemişti. Yozgatlı Manisa'nın çeşitli yerlerinde çekildiği fotoğrafları gururla gösterirken, Ayhan'da 
vefasızlığının acısını derinden yaşıyordu. 
O gün ilk fırsatta Manisa'ya gitmeye karar verdi. 
İzine çıkacağı günü adeta iple çekti. Ailesinin Muğla, Datça planları vardı. Ancak Ayhan İstanbul'a gelir gelmez Manisa için yola çıktı. Ailesi de Alman arkadaşlarıyla üç günlüğüne Datça'ya gittiler. İzmir'e otobüsle gelen Ayhan araba kiraladı. 
Artık Manisa yolundaydı. Heyecandan içi içine sığmıyordu. Kalbi pır
pır çarpıyordu. Kolay değil 23 yıldan sonra doğduğu şehre dönüyordu. Sabuncubeli'nden sonra heyecanı iyice artmıştı.  
Genişleyen yollar, büyüyen yerleşim yerleri, Organize Sanayi Bölgesi, İzmir'e doğru gelişen şehir. Meteoroloji’nin yanındaki üzüm bağı ve kirazlığın sitelere dönüşmüş olması. Çocuk hastanesinin yanındaki lojmanlar.
Apartmanlaşan, yok olan tek katlı evler.
Yüksek binalar, büyük dükkanlar...
Ayhan gördükleri karşısında şaşkınlığı artarak, Dış Mahalleyi geçmiş, Lalapaşa'ya yaklaşmıştı. Yol boyunca gördüğü değişiklikler başını döndürmüştü.
Arabayı uygun bir yere parketti. Büyük gün gelmişti, derin bir nefes alarak Spil dağına hayranlıkla baktı. Küçükken bu dağın bu kadar ihtişamlı ve şehrin içindeymiş gibi göründüğünü farketmemişti.
Ayhan hem çevreyi ilgiyle inceliyor , hem de ağır ağır yürüyordu. Önce Kırmızı Köprüye doğru geldi. Yolun iki yanında yükselen apartman ve inşaatlar, genişleyen yollar. Canı sıkılmıştı, neyse ki Kırmızı Köprü, dere içindeki ve kenarındaki iyice kalınlaşmış çınar ağaçları, Çaybaşı deresinin çevresi çok değişmemişti.
Dere boyunca Ağlayan Kaya'ya kadar yürüdü. Küçükken gezip oynadığı bu yerler, canlanan hatıraları.
Gözleri dolmuştu. Geri döndü.
İvazpaşa Camii’nin önündeki köprüden geçip, ara sokaklarda dolaştı. O zamanlar o sokaklar çok değişmemişti, ancak tanıdığı kimse yoktu.
Yürüyerek Narlıca çeşmesine kadar geldi. Çeşmenin çevresi biraz değişmişti ama çınar ağacı, çeşmenin yosun tutmuş duvarı. Suyun sürekli akıyor olması Ayhan'ı öyle duygulandırmıştı ki... Ninesinden sık sık duyduğu bir mani kulaklarında çınladı: 
"Narlıca narın güzel, 
Çiçekte arın güzel . 
Yazın kışın neyse de,
İllâ baharın güzel."
Çeşmeden yukarıya doğru yürüdü. Beyaz badanalı, tek katlı evler, temiz dar sokaklar. Evlerin bahçe duvarlarının üstünden dışarıya taşan ağaçlar, çiçekler, sarmaşıklar, asmalar. Evlerin önünde ikişer üçer gruplu sohbet eden yaşlı kadınlar. Ayhan tanıdığı bir ses duymuş gibi başını çevirince, yaşlı bir kadınla göz göze geldi.
Biraz durakladı, heyecanla:
- Aliye teyze! Diye seslendi, yaşlı kadın;
-Kimsin sen? Ben seni çıkaramadım... dedi. Ayhan heyecanla;
-Ayhan ben. Huriye'yle Mustafa'nın oğlu! Yaşlı kadının yüzü tatlı bir gülümsemeyle aydınlandı.
-Amanın! Zıpır Ayhan mısın sen? Almanya'ya gidip bizi unuttuydunuz! 
De gidi de! Kaç sene oldu len? Gel gel! Yörü bize gidem. Memet amcan pek sevinir!
Ayhan sevgiyle yaşlı kadının elini öptü. Birlikte sokağın başındaki Aliye teyzenin evine doğru yürürken, diğer kadınlar şaşkınlıkla onlara bakıyorlardı...
Önünde betondan iki basamak olan tahta kapılı evden içeri girince... Ayhan'ı karşılayan, duvar kenarlarındaki rengarenk çiçekler. Erik, nar, şeftali ağaçları ve kapıdan girişte başlayıp, sayaya kadar her tarafı çardak gibi sarmış olan üstü koruk dolu, büyük bir asma. Tenekelerdeki fesleğenler... Ayhan biranda sanki çocukluğuna dönmüştü. Bu bahçeye ne çok gelirdi. O zaman küçük olan bu ağaçların üstüne ne çok tırmanmıştı.
Sayanın altı, güzel bir kilim, rahat minder ve yastıklarla döşeliydi. Yaşlı bir adam köşeye kurulmuş sigara içiyordu. Aliye teyze heyecanla Ayhan'ı tanıtınca, yaşlı adam pek memnun oldu. 
Ayhan biranda içini sarıveren bu sıcak sevgi ortamında kendini öyle mutlu hissetti ki...Kendisini sanki ana kucağında baba ocağında sandı. Ruhu, bedeni tarifi imkansız bir huzura kavuşmuştu. 
Aliye teyze ertesi gün çocukları, torunları gelecek diye sarmadan dolmaya, karnıyarık tan pilava, kızartmadan, böreğe bir çok yemek hazırlamıştı.
Ayhan'a ısrarla gece kalmasını söylediler.
Ayhan arabayı evin yakınına getirmek için izin istedi o an aklına geldi.
-Mehmet amca isterseniz buyurun arabayla Manisa'yı gezelim. 23 senedir görmedim. . 
Çok özlemişim şehrimi.
Bu teklif yaşlı çifti çok sevindirdi. Birlikte evden çıktılar. Mevlevihane'den Manisa'yı seyrettiler. Şehrin içinden geçip Akpınar'a kadar dolaştılar. Manisa'nın sıcak havası, ağacı, yeşili, eskisi yenisi, her şeyi biranda Ayhan'ı sarıvermişti.
Özlediği, unuttuğu her şeyi yeniden görmek Ayhan'ın sevincini katlamıştı.
Rüya gibi geçen üç günden sonra İstanbul'a dönerken içinde buruk bir mutluluk ve hüzün vardı.
Ancak kararını vermişti, Manisa'ya geri dönecekti. 2015 yılında artık Manisa'ya yerleşmişti, mutluydu.
İki yıl önce hatırasını dinlemiştim. Israrla "Benim hayatım roman, bu memleket hasretimi herkes bilmeli. Belki bir yerde yazarsın" demişti.
Eşine bunun çok bilinen, yazmaya değer bir şey olmadığını söylemiştim.
Ancak bu Manisa sevdalısının, birkaç ay önce Alzheimer’dan vefat ettiğini öğrenince belki de son isteğiydi diye paylaştım...