Türkiye'de evlerin çatısında baca, KKTC’de su deposu var.

O zamanlar haftada iki gün, sabah altıdan sekize kadar, bazen daha kısa süreli tatlı su, içme suyu akardı.

Sonra nasıl bir sistemse artık, tadı berbat, şap gibi, tuzlu bir su birkaç saat akar, kesilirdi.

O suyun deniz suyu olduğu söyleniyordu.

Bu süre zarfında herkes önce içme suyunu alır, sonra depolarını doldururdu.

O içme suyu bile normal su tadında değildi.

Ama kötünün iyisi misali, idare ediyorduk.

Çayı çok seven bendeniz, bu konuda sıkıntı yaşıyordum.

Mis gibi demlenen çay, içine şeker atılınca, rengi bulanıklaşıyor, tadı berbat oluyordu.

KKTC’li Türkler genellikle kahve içtikleri için bu durum onları pek ilgilendirmiyordu.

Bir de her yerde Seylan çayı vardı.

Tadı acı ve bizim damak tadımıza uymayan bir aroması vardı.

Güzel bir çay benim için hayal olmuştu.

İster istemez ben de komşularla kahve içiyordum.

Orada her sabah saat on sularında, yoldan geçen bile " zamanın vardır, bir gayvecik içelim da senla." diyordu.

Ama evde ama balkonda, bahçede, dükkanda, büroda, resmi dairelerde, kapı önlerinde bu kahve seremonisi hep vardır.

Bazen de" Ben şu tamiri yapana gadar bir Oza yapan?" Diye kahve içme isteği dile getirilirdi. Oza KKTC’nin en meşhur kahve markasıdır...

Neyse günler kahve sohbetleriyle gelip geçerken, Türk tv’lerinde ince belli bardakta, dumanı tüten çayı görünce , burnumun direği sızlıyor, Türkiye, Manisa  burnumda tütüyordu .

Manisa'ya dönüp, bir bardak dumanı üstünde Çaykur çayını içmek en büyük isteğimdi...

Tozşeker çayın rengini bozuyor diye eşime askeri kantinden kesme şeker aldırdım ve kıtlama çay içmeye başladım.

Türkiye'de içtiğim çay kadar olmasa da çay içiyordum işte...

Gerçi şimdi şekersiz çay içiyorum...

KKTC'de kaldığım 4 yıl boyunca, suyun ne kadar değerli olduğunu, Türk çayının ne kadar lezzetli olduğunu, Türkiye'mizde her şeyin ne kadar bol olduğunu öyle iyi anladım ki...

O yıllarda bile marketlerden sebzeler taneyle satın alınıyordu. Bizim ineklerin önüne döktüğümüz elmalar, orada tezgahta tükeninceye kadar satılıyordu.

Bugün de değişen bir şey yok...

Ama kafelerde çay var.

En son 2022 yılında gitmiştik.

KKTC’de olduğumu unutup, gittiğimiz her yerde çay söylüyordum.

Ama tadı çok kötüydü.

Oğlum beni;

"Anne burada demlik çayı yok, sallama çay içiyorsun." diye uyarınca anladım...

Yine de unutup, kafelerde çay söylediğim oluyordu.

Şimdi eskisi kadar su sıkıntısı yok, deniz altından boru hattı döşenerek, Türkiye'den su geliyor. Şimdi içme suyu damacanalarda ve marketlerde satılıyor.

90’lı yıllarda beni en şaşırtan şey, Magosa'da ana cadde üzerinde park etmiş, 45 plakalı otobüs olmuştu.

Aman Allah'ım! Manisa plakalı bir otobüs!..

Sanki kardeşimi görmüş gibi sevinmiştim. Neredeyse otobüse sarılacaktım!

Plakaya tekrar tekrar baktım. Evet Manisa plakası ... İyi de burada bu otobüs ne arıyor?

Araştırınca hikayesini öğrendim.

Otobüs KKTC de kaza geçirmiş, pert olmuş hurdaya çıkmış.

Manisalı şoför S. bu hurdayı feribotla Türkiye'ye getirip, Manisa'daki kaportacılara tamir ettirmiş, tabiri caizse o hurda otobüs, adeta sıfır araç olmuştu.

Manisalı kaportacıların bu olağan üstü tamir ve yenileme becerisi o zamanlar Magosa'da çok konuşulmuştu.

45 plakalı o otobüs, Magosa'da yıllarca DAÜ ye yolcu ve öğrenci taşıdı...

Unutamadığım bir başka şey de bir kış günü KKTC’den Manisa'ya döndüğümde, içeri girer girmez beni karşılayan mis gibi, buram buram memleket kokan, sobanın üzerindeki taze demlenmiş çaydı...

Bugün bu soğuk havada, çay içerken bir anda o yıllara gittim.

KKTC de, bir bardak Türk çayını, Türkiye'deki bolluk, bereketi, Manisa'yı, memleket havasını ne çok özlemiştim...

Bütün bu yaşanmışlıklar gözümün önünden geçerken, içimden derin bir huşu ile, bize bu güzellikleri, sayısız nimetleri ihsan eden rabbime şükrediyorum...