Yine bir sise uyandım bugün. Camdan dışarı baktım. Bulutlar yere inerek kocaman bir hayalete dönüşmüş sanki. Unamuno geldi hemen aklıma, onun başyapıtı Sis romanı. Şöyle diyordu usta yazar: “Ne büyük acılar ne de büyük sevinçler öldürür insanları; bu yüzden bu acı ve sevinçler, küçük küçük değersiz şeylerden oluşmuş muazzam bir sisle sarılı gözükürler. Evet, işte hayat dediğin; bir sis olup olacağı! Hayat bir sistir.”

Hayat bir sistir. Bu şehir de işte bir sisten ibaret. Hayat gibi. Kafamın içi gibi. 

Kocaman bir sis. Beyaz bir körlük. 

Şahane bir oksimoron. 

Bu şehir her şeyiyle bir oksimoron zaten. 

Modernizm ile gelenek kol kola yürür bu kentte. 

Hayallerle gerçekler yan yana durur servis duraklarında. 

Yayalar cadde ortasından yürür, otomobiller kaldırıma park eder.

Özel okulla devlet okulu yan yanadır, aralarında iki duvar yükselir. O iki duvarın arası iki okulun çocuklarını ayıran sosyo-ekonomik bir meridyendir. İki meridyen arası derste dört dakika, bahçede dört asgari ücrettir. 

Dünyanın ilk çevrecisi şortla gezdiği için Tarzan diye anılır. Ahmet Bedevi’nin binlerce ağaç diktiği yeşil kent betonlar arasında sıkışıp kalmıştır. 

Bu şehirde yaşayanları ne büyük acılar öldürür ne büyük sevinçler. Acıları da sevinçleri de tıpkı Unamuno’nun dediği gibi muazzam bir sisle sarılıdır. 

Spil’in kendisi bile bu zıtlıkların simgesidir. Yamaçları yeşildir, sonrasında dimdik kayalıklarla yükselir; Yusuf Atılgan’ın Bodur Minareden Öte öyküsündeki deyişiyle “eteğinden yukarısı çıplak”tır. Anayurt Oteli romanında da ismini vermeden Spil’i şöyle tanımlar yazar: “…yarı belinden sonra yükselen dimdik kayalarıyla koskoca bir dağ trenin üstüne devriliyor gibidir.”

Kahve makinesinden kulağıma “günaydın” olarak ulaşan bip sesi gelince o güzel kokuya doğru hareket ettim. En sevdiğim fincanıma kahveyi dökerken, kahvaltı gibi kahvenin de mutlulukla bir ilgisi olmalı diye düşündüm. 

Masumiyet Müzesi’nin ilk cümlesi düştü sonra zihnime: “Hayatımın en mutlu ânıymış, bilmiyordum.” 

Orhan Pamuk romanlarının ilk cümlelerini çok önemser. Yeni Hayat romanı da en çok ilk cümlesi nedeniyle popüler olmuştu: “Bir gün bir kitap okudum ve bütün hayatım değişti.”  

Bende öyle olmadı; aksine, bir kitap değil her okuduğum kitap hayatımı değiştirdi. Edebiyatın büyüsü de bu değil mi zaten. Bir romanı bitirdiğimizde romana başladığımız insan değilizdir artık.

Sürekli kitaplardan söz açıyorum ama şurada kitap okuyan kaç kişi kaldık ki? Kitap kokusu ekran tozuna yenik düştü. 

Kahvemi yudumlayarak balkona çıktım. Sabahın erken saatleri. “Uykusu derin şehir” henüz güne başlamadı.

Birazdan insanlar sisin içine atacaklar kendilerini. Şu otobüs durağı öğrenci, işçilerle dolacak. Başlarında bereleri, ceplerinde elleri, çapaklı gözleriyle “yaz saatiyle” kış karanlığında yola dökülecekler. 

Kimi son gördükleri rüyayı hatırlamaya çalışırken korna sesleri unutturacak güzel düşlerini. 

Kimi Spil’e çevirecek bakışlarını, sisin içinden zirveyi görmeye çabalayacak. 

Kiminin dilinde akşamdan kalma bir küfür, çoğunun zihninde kredi kartı ekstresi. 

Gece vardiyasından dönenler şehrin gürültüsünü ninni sayacaklar mecburen. 

Gün boyu nedenini ve faydasını kimsenin sorgulamadığı bir telâş sürüp gidecek. 

Şu soğuklar bitse de yaz gelse artık diye düşünenler daha birkaç ay önce Spil’in gölgesinde bile kavrulduklarını unutacaklar. 

Mevsimler birbirini kovalarken aynaya daha az bakmaya başlayacak insanlar. 

Yarım asırdır bu şehirde yaşıyorum, doğduğumdan beri. 

Çocukluğumun büyük bölümü Laleli’de geçti. Bugün Cumartesi pazarının kurulduğu yerlerde gerçekten laleler vardı. Yolun karşısındaki Uncubozköy gerçek bir köydü. 

Laleli durağından abonman biletimle otobüse biner, Ali Riza Çevik İlkokulu’na kursa giderdim. Otobüs Kirazlık’ın önünden geçerdi. 

Şimdi ne o Laleli kaldı, ne Kirazlık. O eski Ali Riza Çevik de yok artık. 

Çocukluğumda ve gençliğimde bu şehir için en çok duyduğum tanımlamalardan biri “emekli şehri” olduğu idi. Herkes bu şehrin sakin, sessiz, ulaşımı rahat, alım gücü yüksek bir kent olduğundan dem vururdu. 

Emekliler Parkı bile vardı. Altına otopark yapılınca Emekliler Parkı da başka bir ‘şey’ oldu. 

Aradan onlarca yıl geçtikten sonra görüyorum ki, şehrin ne sakinliği kaldı, ne rahat ulaşımı, ne de ucuzluğu..

Dünya ve ülkemiz alelacele belirsiz bir yere koşup dururken şehrimiz de bu telâşlı koşuşturmacaya kaptırdı kendini. 

Yaşam telâşı..

İtalyan yazar Pavese’nin deyişiyle Yaşama Uğraşı. Bu isim de bir kitabı var, tavsiye ederim. 

Tabii her şey değişirken Spil binlerce yıldır olduğu gibi bizi izlemeye, yaşadıklarımıza tanıklık etmeye ve yanı başımızda durmaya devam etti. Heybetiyle, görkemiyle, gölgesiyle kulağımıza birer fâni, gelip geçici olduğumuzu fısıldadı. 

Şehir merkezinde Spil’in zirvesinin çok güzel göründüğü birkaç yer var. Düşünmek için genelde o yerleri tercih ederim. 

Tüm olumsuzluklara rağmen bundan sonra da Spil’in gölgesinde yaşamayı isterim. Yani, sanırım. 

Yeni bir gün başlıyor şehirde, sessizlik yerini koşuşturmacaya bırakmaya başladı. Ben de kalın giysilerimi giyip evden çıktım. 

Kendimi sisin içine bıraktım. 

e-posta: [email protected]