Özellikle lise yıllarımızda karşılaştığımız en klişe, en anlamsız soru budur: “Şair burada ne anlatmak istiyor?” Öğretmen ders kitabından bir şiir seçer, okutur ve bizim şairin beyninin içine girerek şiiri yazdığı anda ne düşündüğünü, ne hissettiğini bilmemizi ister. Oysa sorulması gereken şiirin bize ne anlattığı, şiiri okurken veya dinlerken bizim ne hissettiğimiz olmalıdır. Çünkü şairin ne anlatmak istediğini şairden başka kimse bilmez, hatta bazen şairin kendisi bile bilmez. Buna çarpıcı bir örnek vereyim:

Viktorya dönemi şairleri arasında çok önemli bir çift vardır: Elizabeth Barrett Browning ve Robert Browning. Browningler 19. yüzyıl İngiliz şairleri arasında farklı bir yere sahiptir. Robert Browning’in şiirleri eşinin yazdıklarına göre daha karmaşık, anlaşılması zor bulunur. Bir gün eşi, yazdığı bir şiiri okuyarak Robert’a bir dizede ne demek istediğini anlayamadığını söyler ve açıklamasını ister. Robert Browning kendi şiirini okur, bir yazdığı dizeye bir de eşine bakar ve şöyle der: “Sevgilim, o satırı yazdığımda anlamını tanrıyla Robert Browning biliyordu. Şimdi yalnızca tanrı biliyor!”

Çoğunlukla da şair genelde bizim düşündüğümüzden çok başka bir şeyden söz etmektedir. Cemal Süreya’dan örnek verelim. Turgut Uyar’ın ölümünün ardından Cemal Süreya arkadaşı için bir şiir yazar. Turgut Uyar isimli şiir şöyle biter: Öldüğü gün / hepimizi işten attılar.

Şimdi bu dizeleri şiir sanatı açısından incelemeye kalktığınızda şu yorumu yapabilirsiniz: ‘Şair burada Turgut Uyar’ı yüceltmektedir. Onu diğer şairlerin ustası görmekte, o ölünce kendisi gibi şairlerin artık şiir yazamayacaklarını, işsiz kaldıklarını imlemektedir. İşten atılmak burada metaforik bir anlatım biçimidir.’

Oysa gerçek başkadır. Turgut Uyar’ın cenazesine işyerinden arkadaşıyla giden Cemal Süreya (o sırada Ansa Omnis Ansiklopedisi’nde çalışmaktadır), cenazeden dönüşte birkaç arkadaşıyla birlikte işten atıldıklarını öğrenir. Yani metaforik değil, düpedüz kovulmuşlardır!  

Cemal Süreya’dan bir örnek daha verelim. Şairin Mola isimli şiirinin sonuna bakalım:

-Asker su ver asker

-Ben asker değilim nişanlıyım

Okurların çoğu burada şairin nişanlı olmasını yani nişanlılık kimliğini asker kimliğinin önünde tuttuğunu düşünebilir. Böyle okumakta da hürdür. Zaten mesele de buradadır. Şairin yazarken ne düşündüğü değil, şiirin bize ne hissettirdiğidir mühim olan. Şiiri eşsiz yapan da budur. Ben de bu dizeyi öyle anlıyorum ve bundan hoşnutum. Ama Cemal Süreya’nın açıklamasından ve Haydar Ergülen’in aktarımından biliyorum ki, aslında şair burada “ben asker değilim nişanlıyım” derken er değil, rütbeli olduğunu söylüyor. Yani nişanlıyı askeri bir terim olarak yazıyor.

Edebiyat derslerine konu olan en ünlü şiirlerden biri Sessiz Gemi’dir. Yahya Kemal’in bu şiiri üzerine derin irdelemeler yapılır. Her dizesi kuyumcu titizliğiyle incelenir. Sessiz Gemi’nin ölüm temasını en etkili işleyen şiirlerden biri olduğu kabul edilir.

Bunlar doğrudur ama eksiktir. Şiir aynı zamanda bir sevgiliye yazılmıştır.

Edebiyat tarihimizin en etkileyici ve ilgi çekici aşklarından biri Yahya Kemal Beyatlı ile Nazım Hikmet’in annesi Celile Hanım arasında yaşanmıştır. 1917-1919 yılları arasında yaşanan buruk bir aşk öyküsüdür bu…

Artık demir almak günü gelmişse zamandan,

Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan.

Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol;

Sallanmaz o kalkışta ne mendil ne de bir kol.

Yukarıdaki dizelerdeki “demir alıp limandan giden gemi”, Büyükada’dan İstanbul’a giden vapurdur, yolcularından biri Celile Hanım’dır ve sessizce yol alan geminin ardından bakan ise Yahya Kemal… O gemi aylar boyunca Yahya Kemal’in sevgilisini adadan Nişantaşı’na götürüp getirecek, şair “elemli” ve “gözleri nemli” olarak onu bekleyecektir. 3 yıllık tutkulu ve fırtınalı bir aşkın sonunda sevgililer ayrılacak, gidenler dönmeyecekti seferlerinden…

Görüldüğü gibi şiiri, şairini ve yazıldığı koşulları bilmeden okuduğumuzda farklı, bildiğimizde farklı hazlar alıyoruz.

Şair bazen amacını apaçık ortaya koyar. Lise yıllarımdan beri arkadaşım gibi gördüğüm, en sevdiğim şairlerden Orhan Veli’nin İş Olsun Diye şiirini hatırlarsınız:

Bütün güzel kadınlar zannettiler ki

Aşk üstüne yazdığım her şiir

Kendileri için yazılmıştır.

Bense daima üzüntüsünü çektim

Onları iş olsun diye yazdığımı

Bilmenin.

Hazır Orhan Veli demişken, konumuzla ilgili bir örnek daha verelim ondan:

Beni bu güzel havalar mahvetti,

Böyle havada istifa ettim

Evkaftaki memuriyetimden

Buradaki evkaf kelimesini görünce şairin Vakıflar ile ilgili bir işte çalıştığını, oradan istifa ettiğini düşünebiliriz. Oysa şiirde adı geçen Evkaf, apartmanın adıdır. Orhan Veli o sırada Ankara’da PTT Umum Müdürlüğü’nde çalışmaktaydı ve çalıştığı büro Evkaf Apartmanı’ndaydı. Yani bugünkü Küçük Tiyatro binasında. Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü de bugün o binada hizmet veriyor. Evkaf Apartmanı’ndan yolu geçen tek edebiyatçı Orhan Veli de değil. Reşat Nuri ve Ahmet Hamdi Tanpınar da bir dönem Evkaf Apartmanı’nda kalmışlar.

Daha birçok örnek verilebilir, bu yazıya sığmayacak kadar. Tabii bazı şiirleri anlamak için bir bilgi birikimine ihtiyaç olduğu da gerçek. Örneğin Attilâ İlhan, İsmet Özel gibi şairler şiirlerinde birçok tarihsel olaya, felsefi düşüncelere göndermelerde bulunur. Son örneğimizi İsmet Özel’den verelim.

ne Godiva geçer yoldan, ne bir kimse kör olur

İsmet Özel’in bu dizesi bir lise öğrencisinin önüne düşse Godiva’yı görünce belki de sadece bir çikolata markası gelecektir aklına. Oysa bu dizede anlamlı bir İngiliz efsanesine gönderme vardır.

Bu dize İsmet Özel’in şairliğinde bir dönüm noktası olan Amentu şiirindedir ve 1974 yılında yazılmıştır. Uzun bir şiirdir. Ne Godiva geçer yoldan, ne bir kimse kör olur derken, şair çağın ve toplumun durumunu anlatırken yaklaşık bin yıl önce yaşandığı söylenen bir olaya atıfta bulunur. Lady Godiva sadakatin, cesaretin ve başkaldırının öyküsüdür. Hikâyesi kısaca şöyle:

11. yüzyılda İngiltere’de Coventry kentinin lordu baskıcı bir yönetim sergilemekte, halkına ağır vergiler uygulamaktadır. Lordun eşi Leydi Godiva, kocasından vergileri azaltmasını ister. Eşinin ısrarından usanan Lord, ona kabul etmeyeceğini düşündüğü bir teklif yapar. Lady Godiva’nın at sırtında, çıplak bir şekilde, sadece saçlarıyla örtünerek, Coventry sokaklarını boydan boya geçmesi koşuluyla vergileri azaltacağını söyler. Eşinin buna cesaret edemeyeceğini düşünür. Ama Lady Godiva atının üzerinde bu geçişi yapar. Bu durumu öğrenen halk dükkanlarını kapatır, evlerine kapanır. Kendileri için fedakarlık yapan Lady Godiva’nın onurunu korumak adına kimse sokağa çıkmaz, perdeleri bile aralamazlar. Lady’nin cesaretine gözlerini kapatarak saygı gösterirler. Gizlice Godiva’ya bakan tek kişi olan Tom ise kör olur. Lord sözünü tutar ve ağır vergileri kaldırır. Lady Godiva yüzyıllarca cesaretin, tutkunun ve sadakatin sembolü olarak anıldı; birçok sanat yapıtına esin kaynağı oldu. Çikolata markasının adı da bu hikâyeden gelmektedir.

İsmet Özel, bu olayı hatırlatarak birkaç kelimeyle birçok şey anlatmaktadır. Şiir sanatını özel kılan da bu değil midir zaten?

Dediğim gibi sayısız örnek verilebilir ama başta söylediğimi tekrar ederek bitireyim. Doğru soru “Şair burada ne anlatmak istiyor?” değil, “Şiir size ne anlatıyor/ne hissettiriyor?” olmalıdır.

[email protected]

Kaynaklar

*Cemal Süreya, Sevda Sözleri, Bütün Şiirleri, Can Yayınları, 5. Basım İstanbul 1994

*Orhan Veli, Bütün Şiirleri, Adam Yayınları, 1999

*Elliot Engel, Oscar Nasıl Wilde Oldu? Sel Yayıncılık, 2. Baskı, 2011

*Engin Topuz, Edebiyatın Haziran Mezarlığı, Altınordu Yayınları, 2019