Ernest Hemingway denince ilk akla gelenler: Silahlara Veda, Çanlar Kimin İçin Çalıyor?, Klimanjaro’nun Karları, İhtiyar Adam ve Deniz…

Bu romanları okumamış olanlar bile Ernest Hemingway’in bu eserlerinden en az ikisinin adını bilir.

Mark Twain’den etkilenen ve basit yazma tekniğiyle, sade üslubuyla başta Bukowski olmak üzere çok yazarı etkilemiş olan Ernest Hemingway’in isimlerini saydığım kitaplarını okumuş biri olarak söyleyebilirim ki, yalnız Amerikan edebiyatında değil, dünya edebiyatında da özgün yerini koruyacaktır. Zaten hem Pulitzer, hem Nobel ödülü alarak yaşarken de hak ettiği değer verilmiş bir yazardır Hemingway.

Gerçi kendisi o değerde hissetmediği için mi, ya da artık son yıllarında hem aşırı kilo, hem içki nedeniyle iyice kötü duruma gelen karaciğerinin etkisiyle yaşadığı psikolojik çöküntü nedeniyle mi bilinmez, 1961’de av tüfeğiyle, henüz 61 yaşındayken hayatını sonlandırdı.

Son yıllarda iyice paranoyaklaşması, sürekli takip edildiğini düşünmesi de etkili olmuş olabilir.

Ya da bu intiharda kalıtsal etkenler rol oynamış olabilir. Çünkü babası ve kardeşleri de intihar etmişti, annesi akıl sağlığını yitirmişti.

Sonuçta tamamen kişisel buhranlar sebebiyle yazarlığının olgunluk çağında hayata veda etti. Örneğin bir Stefan Zweig gibi, dünyanın ve özellikle Avrupa’nın içine düştüğü durumdan etkilenerek, 2. Dünya Savaşı’nın oluşturduğu insanlık için o karamsar tabloyu izlemeye dayanamayarak Meksika’ya gidip, üstelik eşiyle birlikte hayata veda edişi türünden değil.

Aslında Stefan Zweig gibi Hemingway de, savaşın anlamsızlığı ve yıkıcılığı üzerine kafa yormuş, bu konuda oldukça duyarlı bir yazardır. Bir hemşire ile bir askerin aşkını anlatan Silahlara Veda romanı da (ki otobiyografik öğeler taşır), İspanya iç savaşını anlatan Çanlar Kimin İçin Çalıyor romanı da savaşın anlamsızlığı üzerine kurgulanmış eserlerdir.

Fakat bu romanları yazmadan önce henüz yirmili yaşlarındayken, bir gazetecidir Hemingway. 1917’de liseyi henüz bitirmiştir, o sırada ABD 1. Dünya Savaşı’na yeni katılır. Genç Hemingway de orduya yazılmak ister, gözlerindeki sorun nedeniyle bu gerçekleşmez. Gazetecilik yapmaya başlar.

1922’de Toronto Daily Star gazetesi için Türkiye’ye gelir.

İstanbul resmi olarak hâlâ işgal altındadır. Kurtuluş Savaşı kazanılmış, Mudanya görüşmeleri başlamak üzeredir. Hemingway, İstanbul’dan, Mudanya’dan, Edirne’den, Lozan’dan gazetesine haberler geçer.

Kitabın adı: İşgal İstanbul’u ve İki Dünya Savaşı’ndan Mektuplar.

Yıllar önce bir sahaftan aldığım, 1970 baskılı çok ilginç bir kitap. İstanbul, Mustafa Kemal, İsmet İnönü, Lozan görüşmelerine dair ilginç notlar barındırıyor.

Tabii 23 yaşında bir Amerikalı olarak olaylara nesnel bakamadığını görüyoruz. Mustafa Kemal’i fırsatçı, Irak ve Arabistan’ı ele geçirmek hedefinde olan, Fransızlarla işbirliği yapan biri olarak tanımlıyor. Milli mücadelemizi, Yunan ordusunu “derme çatma” bir ordu olarak göstererek önemsizleştirmeye çalışıyor.

Yıllar sonra Fidel Castro ile dostluk kurduğunda ülkesinin istihbarat örgütleri tarafından takip edildiğini düşünürsek, gözlemlerini toyluğuna ve o dönemdeki Amerikancı bakış açısına yorabiliriz.

Asıl amacının “para getiren kalın ciltli kitaplar yazmak” olduğunu söyleyen genç gazetecinin notları 30 Eylül 1922’deki İstanbul betimlemeleriyle başlıyor:

“Sabah uyanıp da Haliç üzerine çökmüş sisten incecik ve tertemiz başlarını uzatan minareleri görüp bir Rus operasındaki aryayı hatırlatan müezzinin, dokunaklı sesiyle müminleri yalvarırcasına duaya çağırdığını duyduğunuzda Doğu’nun sihrine eriyorsunuz.”

İstanbul’un tahminlere göre 1,5 milyon nüfus barındırdığını söyledikten sonra kendisinin de gecelediği Beyoğlu’nu anlatıyor:

“Yağmur yağmadığı zaman İstanbul’da o kadar çok toz oluyor ki, Pera (Beyoğlu)’ya paralel tepelerin üzerindeki sokaklardan geçen köpeklerin ayaklarından havaya sanki bir toz bulutu yükseliyor. İnsanlar da ayak bileklerine kadar toza batıyorlar ve rüzgar esti mi, arada tam ve yoğun bir bulut oluşuyor.”

Garip bir şekilde Türklerin milli yemeğinin hindi olduğunu belirtiyor; sonra İstanbul’un gece hayatını anlatıyor ve Mustafa Kemal’in bütün bu eğlence hayatını yasaklamak için kararlı olduğunu söylüyor. İlginç…

Mudanya görüşmelerini anlatırken, “Herkesin bildiği gibi Mustafa Kemal, Yunanlıları silip süpürdü” diyerek hakkını verir gibi davranıyor ama hemen ardından Yunan ordusunun derme çatmalığından başlayıp başka gerekçeler de sıralayarak “bunun hiç de parlak bir askeri zafer olmadığını anlarsınız” diyor.

Oysa şu soruyu kendisine sorması yeterliydi: “Bu Mudanya ateşkes görüşmelerinde masanın bir tarafında Türkler otururken, diğer tarafında neden hiç Yunan temsilcisi yok? Neden görüşmeler Türk heyetiyle, İngiliz-Fransız-İtalyan temsilcileri arasında yürütülüyor?” Neyse…

Güya Mustafa Kemal İngilizlere “iyi bir mal gibi görünmemiş”, o yüzden Yunanları desteklemişler; Mustafa Kemal de “Fransızların üzerine kalmış”! Mustafa Kemal’e silah, cephane vermişler, karşılığında Yakın Doğu petrollerinden çıkarlar koparmışlar…

Misakı Milli kararlarını da sanırım okumadığı için, Irak ve Arabistan’ı ele geçirmek isteyen bir lider portresi çizmiş.

Bence Hemingway, ileriki yaşamında gazeteciliği değil edebiyatı seçmekle çok doğru bir karar vermiş açıkçası!

Lozan görüşmelerini izlediği sırada İsmet Paşa’yı da yazıyor:

“Herkes asıl İsmet Paşa’yı görmek istiyor, fakat bir gören, bir daha görmek istemiyor. İsmet Paşa kısa boylu, kara kuru bir adam. Hiçbir çekiciliği yok. Bir insan ne kadar ufak tefek ve silik olabilirse, o da öyle. Sanki dikkati çekmemek için özel bir deha sahibi.”

Otelin asansör girişinde karşılaşıyorlar. İsmet Paşa’dan randevu alıyor. Sonrasında görüşüyorlar.

“Kendisiyle yaptığım mülakatta çok iyi anlaştık. Çünkü ikimiz de gayet kötü Fransızca konuşuyorduk. Türkiye’de kültürlü bir Türk için büyük eksiklik sayılan kötü Fransızcasını, İsmet Paşa da sağır taklidi yaparak örtmeye çalışıyordu.”

Dedim ya iyi ki edebiyatçı olmuş!

Elbette Hemingway için Türk düşmanı diyemeyiz. Olsa olsa önyargılı olduğunu, çok genç yaşta böylesi önemli ortamlarda olaylara nesnel bakamadığını söyleyebiliriz.

Ayrıca kitap gerçekten farklı bir okuma yapmak için oldukça ilginç, ben sadece bizimle ilgili olan bölümleri özetlemeye çalıştım ama ikinci dünya savaşı ile ilgili tuttuğu notlar da dikkate değer gerçekten.

Gazeteci olarak değil ama bir edebiyatçı olarak keşke daha uzun bir ömür sürüp yeni eserler verseydi diye düşünüyor insan.

Ama erken denilecek yaşta çanlar kendisi için çalıyormuş meğer…

[email protected]

*Ernest Hemingway, İşgal İstanbul’u ve İki Dünya Savaşı’ndan Mektuplar, Milliyet Yayınları, 1970