74 yılı Mart ayında Erol askerlik için Manisa'dan Kütahya'ya yolculuk ediyordu.
Günlerdir devam eden misafirler, asker yemeği, akraba ziyaretleri Erol'un başını döndürmüştü.
Derin bir nefes alıp, trenin geçtiği yerlere hüzünle baktı. İki yıl Manisa'dan, sevdiklerinden ayrı kalacaktı. Bu iki yıl nasıl geçecekti?  Sonra akrabalarıyla veda anı gözünde canlandı. Hepsi ayrılığın buruk hüznü içinde Erol'a , sarılmış vedalaşmıştı...
Ama ninesi, o yaşlı kadın, dudağında kıpır kıpır duası, heyecandan titreyen elleriyle, torununa sımsıkı sarılmış, onu Allah'a emanet ederken eline küçük bir Enam-ı Şerif sıkıştırmış...
"Trene biner binmez bu kitaptaki Ayetel Kürsiyi oku" diye sıkı sıkı tembih etmişti. 
Erol evden ayrılırken, bahçe kapısına dayanmış ninenin Erol'a öyle bir bakışı vardı ki... Erol bir an geri dönüp ninesine sarılıp öpmek istemiş fakat sadece ninesine el sallamıştı. Ninesi de kuru elleriyle Erol'a karşılık vermiş, örtüsünün kenarıyla gözlerini silmişti.
Oysa ninesi öyle sıkıntılar yaşıyordu ki... Erol on üç yaşındayken dedesi ölmüştü.
Amcası, babası ve halası, ninesine baskı yaparak tarlaları bölüşmüşlerdi. Amcası dedesinin köydeki evine yerleşmiş, bir yıl sonra ninesi üç kardeşin evinde birer ay kalmaya başlamıştı. Fakat yaşlı kadının yanlarında olmasından üç kardeş de şikayetçiydi. Önceleri tarla işlerinde çalışan, ev işlerine yardım eden yaşlı kadın artık herkesin gözüne batıyordu. 
 Gelinleri iğneli sözlerle yaşlı kadının yüreğini yaralıyor, kızı da "İki oğlu varken benim yanımda ne işi var ?"
diyerek ninenin kalbini kırıyordu. Artık yaşlı kadın sofraya bile çağrılmadan gelmiyordu.  Gelinlerinin gözüne batmamak için elinden geleni yapıyor ancak gelinlerin hakaretinden kurtulamıyordu...
Ninenin en mutlu olduğu an eve misafir geldiği zamanlardı.  Misafir gelince sohbet imkanı buluyor, gelenlerden saygı görüyordu.  Onun dışında üzgün ve sessizdi. Zaten evde kimsenin umurunda değildi. Herkes bir an önce ölsün diye gözüne bakıyordu! Yaşlı kadın bunları biliyor, kahroluyordu.  Oysa onun en mutlu, en rahat olması gereken günleri, çocukları tarafından dışlanarak geçiyordu. 
 Erol da bunun farkındaydı ancak annesiyle babasının tutumu onu da etkiliyordu.  Çok sevmesine rağmen ninesine destek olmuyor, olanlara tepki göstermiyordu. Ninesi kaç kez ona bir kumaş parçası verip, "Bu kumaştan üç metre al, şalvar diktirmek için" demişse de, Erol "Tamam nine tamam ,sonra alırım" diyerek almamıştı. 
Erol bunları hatırlayınca içi burkuldu. Ceketinin cebinden ninesinin verdiği küçük kitabı çıkardı. Kitabı açınca gördüğü şey içini yaktı. Kitabın sayfasının arasında yüz lira vardı. Zavallı kadın o yok canıyla, dişinden tırnağından artırdığı parayı torununa vermişti. Bunu da kimseye göstermeden yapmıştı... 
Erol, yüreğinde fırtınalar koparken kitabın içindeki paraya bir müddet baktı.  Sonra ninesinin tembihini hatırlayıp, Ayetel Kürsi'yi bulup okudu. Okudukça içi kaynıyor gözlerinden yaş akıyordu. 
 Askerliği süresince, mektuplarda ninesine ayrı bir hasret duyduğu için selamında, 
kelamında ninesinin ayrı bir yeri vardı. Ailesinden gelen mektuplarda, artık tek tek selam yerine, "Bütün akrabaların, komşuların selamı var" diye mektup devam ediyordu.... Erol kendi kendine, "Artık isim bile yazmıyorlar, toplu selamla geçiştiriyorlar" diye içinden sitem ediyordu.  Oysa aldığı her mektup öyle kıymetliydi ki...
 O mektuplar, Manisa'dan; Tabane'den, Alaybey'den dedesinin köyünden bir nefes, bir soluktu... İzine geleceği zaman Kütahya Çarşısı'na çıktı. Yakınlarına küçük birer hatıra aldı. Ninesine namazlık, örtü, tesbih, beş metre de kumaş aldı. 
Manisa'ya dönerken, içi içine sığmıyordu. En çok da ninesini görüp, kendisini affettireceği için mutluydu.
Trenden inince eve nasıl geldi, o yolu nasıl yürüdü, heyecandan hatırlamıyordu bile. Sürpriz yapmak için geleceği günü yazmamıştı. Kapıyı çaldığında kalp atışları kapının tokmağının sesini bastırıyordu sanki...
Kapıyı kardeşi açıp, "Abim geldi!"  diye bağırınca evde öyle bir sevinç, bir heyecan rüzgarı esti ki...
İlk heyecan geçince Erol, "Herkes iyi çok şükür. Hepinizi çok özledim. Siz de Manisa da gözümde tüttünüz. Bir ay beraberiz. Ninem nerde, halamda mı, amcamda mı?" diye sorunca evde bir sessizlik oldu. Erol soruyu tekrarlayınca babası, "Oğlum ninen. ...Üç ay önce vefat etti..Zaten son günlerde hep hastaydı. ..Yaşlıydı da. ...Biz de seni üzmemek için yazmadık..."
 O an Erol öyle yıkıldı ki...
 Ninesinin son hali, veda eder gibi bakan gözleri, Erol'a bir basma parçası verip, "Ben çarşıya gidemem, annen baban da kızıyor, sen bari şalvarlık al" deyişi hayalinde canlandı...
"Ah be nenem senin kıymetini bilmedim" diye ağladı...Yüreği yanmıştı... Ninesinin kıymetini bilmediği için öyle pişmandı ki...
"Nineme aldıklarımı onun çok sevdiği bir arkadaşına verdim. Hayriye Teyze bana teşekkür ederken, onun bakışlarında sanki ninemin gülen yüzünü gördüm. Hayriye Teyze bana küçük bir paket verdi. Ninem içine dört çift patik,beş tane de yemeni koymuş, bana vermesi için Hayriye Teyzeye bırakmış, 'Annem bana vermez atar' diye... Yani melek ninem, öldükten sonra bile bana bir hatıra bırakmıştı..."
 Bu yaşıma kadar ninem hep dualarımda...
 Siz, siz olun, büyüklerinizin , yaşlılarınızın kıymetini bilin. Ben öyle pişmanım ki...
 Fakat son pişmanlık faydasız...
 Şimdi İzmir'de yaşayan Erol beyin hatırası.
 Başka söze gerek var mı?