Göksu, babaannesinin Çobanisa’da olduğunu öğrenince iyice sıkıldı. Onun desteğini de alamayacağını göre, dedesiyle görüşüp, hatalarıyla tek başına yüzleşecekti.
 Hasan Efendi mandıraya görüşmeye giderken, Göksu da çiftlik evine girdi. İçerden udun içli sesi geliyordu. Dedesi Göksu'nun çok sevdiği saba makamında bir şarkıyı çalıyordu. Göksu müziği dinlerken çiftlik evinin önündeki sarmaşıklara, güllere, sardunyalara, fesleğenlere sevgiyle baktı. Sarmaşıklar girişi boydan boya sarmış, evin girişi masalsı bir görüntüye dönmüştü. Bu arada dedesinin saba makamındaki ud konseri devam ediyordu. Müzik kesilince Göksu aralık kapıdan içeriye girdi. Dedesi Göksu'yu karşısında görünce önce afalladı. Sonra da içinde birikmiş öfkeyle, Göksu'yu görmek istemediğini, onun yüzünden Manisa'daki evi kapatıp çiftliğe yerleşmek zorunda kaldığını, onu hayatından tamamen sildiğini söyledi.
 Biraz önce ud çalarken hüzün denizinde gezen dede, şimdi öfke okyanusunda yüzüyordu. Bağırdıkça kızgınlığı daha da artıyor, Göksu'yu sözleriyle yerden yere vuruyordu. Dedesinin hakaretleri Göksu'nun içini yakıyordu. Oysa yol boyunca dedesiyle karşılaşmasını hiç böyle hayal etmemişti. Dedesinin boynuna sarılacak affetmesi için yalvaracak, her zaman olduğu gibi, dedesi dayanamayıp Göksu'yu affedecekti. Göksu gözleri dolu dolu dedesinin öfkesinin dinmesini bekliyordu. Sonunda dedesi:
“Artık seni yakınımda görmek istemiyorum. Hasan Efendi gelince seni Manisa'daki eve götürsün. Senin gibi nankör, asi birini yanımda istemiyorum. On yıldır yoktun, bundan sonra da yoksun” diyerek sözlerini bitirdi.
Dedesi susunca Göksu gözyaşları içinde, “Keşke şimdi bağırdığının onda biri kadar, küçükken hata yaptığımda, yanlışlarımda bağırıp beni uyarsaydın. O kadar başıboş, şımarık olmama izin vermeseydin. İşçi, bir dalı yanlış budadı diye ortalığı yıktığın kadar benim hatalarımı da görüp, bana sınır koysaydın. Çevrende herkes senden korkarken, keşke bana aşırı hoşgörülü olmasaydın. Birçok hata yaptım. Kabul etmesen de ben senin eserinim dede. Benim yaptığım yanlışlarda senin de payın var.”
 Göksu ağlayarak bunları söylerken, farkında olmadan geçmişin özeleştirisini yapıyordu. Dedesi, Göksu'ya hayretle bakıyordu. Torunu asiydi, ancak bu kadar açık sözlü müydü? Kendisi herkese karşı otoriter, acımasız davranırken, Göksu'ya gerçekten aşırı müsamaha göstermiş, onu kızı gibi sevdiği gelini ve oğlunun emaneti, biricik ilk torunu olarak gözü gibi korumuştu. Tabii ki bütün yanlışlarını görmezden gelmişti. Bu sırada Çobanisa'dan dönen baba annesi Göksu'yu görünce adeta sevinçten uçmuştu. Fakat Cahit Bey’in öfkesi, kızgınlığı, kırgınlığı hala hafiflememişti.
 Babaannesi tartışmayı bitirmek için Göksu'yu üst kata çıkardı. Yıllardır bitmeyen özlemi artık son bulmuştu. Eşi ne kadar karşı çıksa da Göksu'yu yanından ayırmayacaktı. Torununa akşama kadar dinlenmesini, yemekte onu uyandıracağını söyledi. Göksu'yu öpüp aşağıya indi. Göksu yatağın kenarına oturup odayı inceledi. El örgüsü dantel perde, işlemeli yatak örtüsü, pamukla doldurulmuş uzun yastık, yeşilli mavili çiçekli el halısıyla oda öyle rahat ve sıcak görünüyordu ki yıllardır unuttuğu aile sıcaklığı, huzur, güven burada vardı. Bir de onu affetmeyen dedesi...
 Bu sırada uzaktan gelen ezan sesi Göksu'nun bütün endişelerini yok etti. Ezan sesiyle Göksu ruhunun yıkandığını, kalbinin huzur bulduğunu, o sesin katre katre hücrelerine dolduğunu hissetti. Ruhundaki fırtına diniyor, huzur bütün bedenini sarıyordu.
 İlk akşam çok sıkıntılı geçmişti. Ertesi gün Göksu dedesinin gözlerinde sevgiyi görmüştü. Ancak dedesi yine Göksu'yla konuşmamıştı. O gece Göksu uyuyamamış, gecenin bir vakti odasından çıkıp, sessizce balkona geçmişti. Balkona üst katın geniş antresinden geçiliyordu. Göksu herkesin uyuduğunda emindi. Önce etrafı dinledi sonra ellerini açıp,
“Ey yerin göğün tek sahibi Allah'ım! Ey esirgeyen bağışlayan Rabbim… Çok yanlış yaptım, çok günahım var... Sen affedicisin, kullarını hata yapsın, tövbe etsin diye yaratmışsın. .Bu aciz kulunu da bağışla. Benim senden başka kimim var? Senden başka gidecek kapım mı var? Dedemi de affet... Sen affedersen dedem de beni affeder. Sen affettikten sonra dedem kim ki? Affedecek, affettirecek olan sensin.” diye gözyaşları içinde farkında olmadan yüksek sesle yalvarıyordu.
 Balkon kapısının açıldığını duyan Cahit Bey, sessizce gelmiş, Göksu'nun yakarışını duymuş, tokat yemiş gibi sarsılmıştı. Göksu sesinin yüksekliğini fark edip içinden dua etmeye devam ederken, Cahit Bey odasına döndü. Kulaklarında Göksu'nun sesi çınlıyordu, "Sen affettikten sonra dedem kim ki?"
 O an Cahit Bey kibrinin farkına vardı. Öyle ya, onun Hasan Efendi’den herhangi bir işçiden ne farkı vardı. İnsanın insandan üstünlüğü ahlakıyla değil miydi? Peki kendisinin acımasızlığı, otoriterliği, inadı...
 Ancak Allah öyle büyüktü ki Cahit Bey’i önce evladı, geliniyle; sonra torunuyla sınamıştı. Ancak o anlamamıştı. Torunu Cahit Bey’e Nemrut'un sivrisineği gibi ibret olmuştu.
O güç sahibi Cahit Bey, torununa asla hayır diyememiş, kural koymamış, her hatayı bile bile görmezden gelmiş, kendi sivrisineğini yetiştirmişti. Ancak torunu yanlışlarının, sebeplerin farkındaydı. Ya kendisi? Derin bir düşünceye dalan Cahit Bey ilk kez acı acı hiçliğinin farkına vardı. Bir hiçti ve bunu torunu ona göstermişti. Uzaktan gelen ezan sesi Cahit Bey’in katılaşmış kalbinin duvarlarını yıkıyor, çağlayan duygularına gözyaşları karışıyor, Cahit Bey hayatında ilk defa sarsıla sarsıla günahlarına ağlıyordu. Eşi, Cahit Bey’in hıçkırıklarına uyanmış ancak bunun farklı bir durum olduğunu anlayıp susmuştu. 
 Cahit Bey sakinleşince eşi yeni uyanmış gibi, “Ne oldu” diye sordu. Cahit Bey hiçliğe erdiğini söyledi. Eşi bir şey anlamamıştı fakat güzel şeyler olduğunu hissetti. 
 Cahit Bey sabah Göksu aşağıya inince, yanına gidip yıllardır hasretiyle yandığı torununa öyle içten sarıldı ki, gözyaşları, sevinç, hüzün, mutluluk hepsi birbirine karıştı. Göksu yıllardır hasretini çektiği yuvasına ailesine kavuşmuştu. 
- Beni affettin mi dedeciğim?
+ Deden kim ki gözümün ışığı, tek affedici Allah'tır. 
Göksu her şeyi anlamıştı. Bundan sonrasını Göksu'dan dinleyelim;
"O günden sonra dedem çok değişti. Herkese çok anlayışlı, iyi niyetli davrandı. Artık tatlı sert bir otoritesi, hayırlarla dolu bir hayatı vardı. Ben yaşadıklarımdan çok büyük dersler çıkardım. Çalışmaya başladım, evlendim. İki tane pırlanta gibi evlat yetiştirdim. Çocuklarıma yaşadıklarımı başkası yaşamış gibi anlattım. Manisa'ya dönüşüm benim yeniden doğuşum oldu. Dedem için de geçmişin muhasebesi oldu. Dedem vefat ettiğinde huzurluydu. Gerçeği, hakkı, hidayeti bulmuştu.  Ben de aradığım huzuru, sevgiyi, özbenliğimi Manisa'da buldum. Türkiye'yi ve Manisa'yı çok seviyorum..."

Manisa'ya Dönüş'ün birinci bölümüne okumak için tıklayın.