Eskiden sadece aile bireylerimizin doğum günlerini bilir ve onlarınkini kutlardık. Nadiren pastaneden alınan, çoğunlukla evde annemizin özenle hazırladığı pastaya mumlar konarak yakılır, fotoğrafı tam mumlara üflenirken çekmeye çaba gösterilirdi. Özçekim dönemine daha çok vardı ve bu yüzden fotoğraflarda bir kişi mutlaka eksik olurdu.

Telefon rehberlerimiz vardı ev telefonlarımızın yanında ve değer verdiğimiz insanların doğum günleri de yazılırdı o defterlere. Bazılarının da zihnimize yazardık elbette doğduğu günü ve sürpriz yapardık olanaklarımız ölçüsünde armağanlar alarak.

Sonra cep telefonlarımız oldu…

Hepsinin değil ama yine değer verdiklerimizin numaralarıyla birlikte doğum günlerini de not ettik. Kimine mesaj atıp kutladık, kimini arayıp “iyi ki doğdun canım” dedik.

Sonra internetimiz ve sosyal medyamız oldu. Facebook, twitter, instagram…

Facebook’ta kimimizin üç yüz, kimimizin üç bin arkadaşı oldu. Kimi gerçekten arkadaşımız, akrabamızdı, kimi sadece ‘takip ettiğimiz’ sosyal medya arkadaşları…

Hiç birinin doğum gününü bir yere yazmamaya başladık artık. Hatta bildiklerimizi de unuttuk zamanla. Nasılsa facebook bize daha günü gelmeden doğum günlerini hatırlatıyor, arkadaşlarımızın doğum günlerini kutlamamız için bizi yönlendiriyordu. O arkadaşımızın doğum gününü kaç kişinin kutladığını ekranımızda gösteriyor, ona fotoğraflarla, videoyla ya da çeşitli sembollerle doğum günü mesajı yazmamız için bizi uyarıyordu. Biz de artık istisnalar dışında kimseyi aramıyor, sürpriz yapmıyor, yazarak kutluyorduk özel günlerini. Kendi doğum günümüzde de her kutlayanın mesajını beğeniyor, yanıt yazıyor ya da gün bitiminde hepsine topluca duygusal ve ‘iyi ki varsınız’ diye biten teşekkür yazıları yazıyorduk.

Senin doğum günü kutlaman hiç olmadı…

İlk yaşına girdiğin gün, evinin bahçesinde ya da bir mekânda sana doğum günü partisi düzenlenmedi. Senin şaşkın bebek bakışlarının arasında, balonlarla süslenmiş bir bahçede, resminin ve kocaman 1 yazısının olduğu kartonların arasında resimler çektirmedi bir dolu insan.

Okul çağında arkadaşlarını davet edip evde bir doğum günü kutlaması yapmadın. Doğum günü hediyesi olarak bir bisiklet hayali kurmadın örneğin.

Hiç doğum günü hediyesi almadın…

Doğum günü pastasındaki mumları üflemedin hiç…

Sevdiğin hiçbir kadın senin doğum gününü kutlamadı…

Bir dost sarılışı yaşamadın dünyaya geldiğin günün hatırına…

On sekizini doldurmak için iple çektiğin bir günün, kırklı ya da ellili yaşlara girdiğin için hayıflanmana sebep olacak bir günün olmadı…

“İyi ki doğdun canım”, “iyi ki varsın” la biten doğum günü mesajları almadın…

Yeni bir ülke doğarken senin sayende, senin doğduğun günü kimse bilmedi.

Çünkü sen de bilmiyordun…

Senin doğduğun vakitler sadece yıl yazılıyordu kayıtlara.

Ne zamanki İngiltere Büyükelçiliği, Dışişleri Bakanlığı’na bir yazıyla başvurdu ve İngiltere Kralı 8. Edward doğum gününü kutlamak için senin doğum tarihini istedi, seni aldı bir düşünce… Çünkü sen de tam olarak bilmiyordun doğduğun günü… Manevi kızın Afet İnan’a “Annemden işittiğime göre bir bahar mevsiminde doğmuşum” dediğin geldi aklına.

Sonra dedin ki; “Bu bir 19 Mayıs günü niçin olmasın?”

İngiltere Büyükelçiliği’nin yazısına yanıt verildi: “Atatürk’ün 19 Mayıs 1881 tarihinde doğmuş olduğunu arz ederim.”

İngiltere Büyükelçiliği’nin senin doğum tarihini sorduğu resmi yazının tarihi 10 KASIM 1936 idi.

Ölümünden 2 yıl önce belirledin kendi doğduğun günü…

Kendi doğuşunu ülkenin doğuşuyla birleştirdin.

Şimdi biz sevdiklerimizin doğum günlerini kutlarken “canım” diyoruz. “Canım kardeşim”, “canım arkadaşım”, “canım sevgilim”…

Oysa en anlamlı doğum günü seninki…

İyi ki doğdun canım Atatürk…
 
 
 
Kaynak: Atatürk Hakkında Hatıralar ve Belgeler. Afet İnan. Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları