Dostoyevski’nin çok ünlenmiş sözüdür: “Hepimiz Gogol’ün Palto’sundan çıktık” der büyük yazar. Dostoyevski de Gogol gibi 19. yüzyıl Rus yazarlarındandır ancak Gogol’ü hem yaş hem edebi üretim olarak Dostoyevski’nin öncülü sayabiliriz. Dostoyevski b

 

Dostoyevski’nin çok ünlenmiş sözüdür: “Hepimiz Gogol’ün Palto’sundan çıktık” der büyük yazar. Dostoyevski de Gogol gibi 19. yüzyıl Rus yazarlarındandır ancak Gogol’ü hem yaş hem edebi üretim olarak Dostoyevski’nin öncülü sayabiliriz.

Dostoyevski bu sözü söylerken Gogol’ün Rus edebiyatında açtığı çığıra atıfta bulunur. Rus edebiyatındaki gerçekçiliğin Gogol ve onun eşsiz öyküsü Palto ile başladığı vurgusunu yapar. Gerçi bu anlamda Puşkin Gogol’ün hem ustası hem dostu olarak bu yolu açmış, Gogol onun gösterdiği yolu aydınlatarak ardından birçok yazarın gelmesini sağlamıştır.

Gogol’ün 54 sayfalık (Bordo Siyah Yayınları) Palto öyküsünde yaptığı; “küçük adam” teması olarak adlandırılan, Rus edebiyatında hep arka planda bırakılan, aydın ve soyluları anlatmaktan dolayı ihmal edilen sıradan insanı hikâyenin merkezi yapmak olmuştur.

“Devlet dairelerinden birinde…” diye başlar öykü ve Akakiy Akakiyeviç’in hikâyesi anlatılır. Küçük bir memur olan elli yaşlarındaki Akakiy Akakiyeviç, çalıştığı dairede yazıları ve mektupları temize çekmekte, eline geçen çok az parayla küçük bir kiralık odada yaşamaktadır. Yaşantısında yazıları temize çekmekten başka hiçbir hareketlilik yoktur. Dairedeki insanlar tarafından sevilmez, hatta alaya alınır, kimseden saygı görmez. Petersburg’un soğuk kışında, yıllardır yama yapılmaktan mahvolmuş, kullanılmaz hale gelmiş paltosunu artık tamir ettirecek yeri de kalmadığı için yenilemek zorunda kalan Akakiy Akakiyeviç’in hayatı, terzilik yapan komşusuna palto diktirmeye karar vermesiyle değişir. Neredeyse altı aylık maaşına mal olacak palto için zaten zor denkleştirdiği bütçesinde girdiği yeni tasarruf tedbirleri, paltonun dikilmesi, yeni paltosuyla iş yerine gidişi ve dramatik bir şekilde paltosunu çaldırması…

Üzüntüden yataklara düşmesi, iyileşemeyip ölümü…

Öykünün onun ölümüyle bittiği düşüncesine kapılıyoruz ama Gogol, okurları için daha fantastik ve çarpıcı bir son hazırlamış.

“Küçük adam”’ın dünyası bu kadar çarpıcı anlatılınca bunun hem Rus hem de Dünya edebiyatında izdüşümü oldukça etkili ve kalıcı olmuştur. Başta Dostoyevski olmak üzere ardılı hemen hemen tüm Rus yazarları, ayrıca dünya edebiyatının en önemli isimleri, birçok karakterlerini Dostoyevski’nin dediği gibi Gogol’ün Palto’sundan çıkarmışlardır.

Yıllar önce Akakiy Akakiyeviç’le tanıştığımdan beri zihnimin bir köşesine yerleşen bu karakter, yaptığım birçok okumada onun izlerini taşıdığını hissettiğim karakterlerle karşılaştığımda bana kendini hep hatırlatmıştır.

Dostoyevski’nin Suç ve Ceza’sında Raskolnikov’un yaşadığı ruhsal fırtınalarla Akakiy Akakiyeviç’in paltosunu kaybettikten sonra karakol karakol dolaşıp onu bulma mücadelesinde yaşadıkları ve sonunda ruhunun bedenini yatağa düşürmesi arasında benzerlikler bulmuşumdur.

Kafka’nın Dönüşüm romanındaki Gregor Samsa da bir “küçük adam” dır. Onun bir böceğe dönüşmesi bile kendisine yardım eli uzanmasını sağlamamış, ölür ölmez evin dışına ‘süpürülmüştür.’

Kafka’nın böcek metaforu Goethe’den esinlenmedir ancak Samsa’nın toplumsal konumunun Akakiyeviç’den bir farkı yoktur.

Dünya edebiyatında olduğu gibi Türk edebiyatında da Palto’nun izlerini görmemek imkânsızdır. Sait Faik’den Orhan Kemal’in karakterlerine kadar bizde de ‘küçük adam’ın çok çarpıcı işlendiği eserler vardır.

Erdal Öz “Odalarda” romanını yazarken Palto öyküsünün başkahramanını çıkış noktası aldığını kendisi belirtmiştir.

**

1842’de yayınlanan Palto’dan yaklaşık 130 yıl sonra Oğuz Atay bir öykü kitabı yayınladı: Korkuyu Beklerken. Bu kitapta Gogol’ün ilk öykü kitabında olduğu gibi 8 tane birbirinden çarpıcı öykü vardı.

İlk öykünün adı “Beyaz Mantolu Adam”.  Öykü “Kalabalık bir topluluk içindeydi. Başarısızdı. “ diye başlıyor. (Bana Yusuf Atılgan’ın Aylak Adam romanında geçen ’28 yaşındaydı. Tedirgindi.’ tümcesini de anımsatmadı değil. Hem biçim hem anlam olarak…)

14 sayfa süren öyküde, öykünün başkişisi oradan oraya sürükleniyor. Onu önce cami avlusunda görüyoruz. Üzerinde eski püskü bir gömlek ve pantolon var ve duvara yaslanmış, konuşmadan duruyor. Zaten öykü boyunca hiç konuşmuyor. (‘Sustu. Konuşmak gereksizdi.’ Aylak Adam-Yusuf Atılgan)

Önce onu dilenci sanıyorlar. Avucuna para bırakıp gidiyorlar. Sonra biri ona bavulunu taşıtıyor, hamal oluyor. Sonra yine dilenci sanıyorlar. Hikâye boyunca yer değiştiriyor, şehrin sokaklarında dolaşıyor, başına bin türlü şey geliyor ve biz onu takip ediyoruz. Dilenci oluyor, hamal oluyor, sarhoş sananlar oluyor, tarak satıcılığı, sigara satıcılığı yaptıranlar, turist sananlar, deli yerine koyanlar…

Öykünün başlarında bir pazar yerinin ortasına düşüyor. Kumaş satıcılarının olduğu bir sokağa… Askıda bir manto çarpıyor yüzüne. Beyaz bir manto. Kadın mantosu.

“Rüzgârın ya da gelip geçenlerin salladığı bir manto süründü yüzüne. Uzun ve aydınlık manto. Kloş etekli, kocaman düğmeli bir hayalet; geniş yakalı, serin.”

Onu almak için ısrar ediyor. Dilencilik ve hamallıktan eline geçen tüm parayı veriyor almak için. Satıcı satmak istemiyor, kadın mantosu diyor ama dinletemiyor. Alıyor mantoyu, uzaklaşıyor oradan ama kimse rahat bırakmıyor onu. Konuşmadığı için kimse ne istediğini de anlamıyor, kafalarında onun ne olmasını istiyorlarsa öyle davranıyorlar. Hatta biri alıyor dükkânında canlı manken bile yapıyor.  

O, toplumdaki herkes için farklı bir şey. Hamal, dilenci, sarhoş, deli, turist… Bir tek kendi değil. Oysa mantoyu giydiği an en güzel anı. Manto onun önemsediği ve değer verdiği tek şey. Bunu hikâyenin bütününde hissediyoruz. Mantoyu ilk giydiğinde çok mutlu oluyor, bunu hissediyoruz.

“Beyaz mantosuyla topuklarının çevresinde döndü; ilk defa gülümsedi çevresine bakarak. “

Aynı Akakiy Akakiyeviç’in paltosunu ilk giydiğinde duyduğu mutluluk gibi:

“…Bayramlıklarına yeni kavuşmuş bir çocuk gibi mutluluktan uçarak yürüyordu. Attığı her adımda omuzlarında yeni paltosunun olduğunu düşünüyor, içi içine sığmıyordu. Hatta birkaç kez gülümsedi bile yürürken…”

Beyaz mantolu adam kendisini izleyen, rahatsız eden, kullanan insanlardan kaçıyor ve bir otobüse atlıyor. Denizi görünce iniyor. Sahilde kumlara oturuyor. Gelip alay ediyorlar yine. Mantosunu üstünden çıkarıp almak istiyorlar. İzin vermiyor. Akakiy Akakiyeviç gibi kaptırmıyor biricik giysisini ve denize girerek yürüyor.

Yürüyor, yürüyor… Çok fazla gitmeyeceğini sanıyor ardından bakanlar.

“Fazla ileri gitmişti. Yanılmışlardı.”

İki öykü de hem kahramanların ölümüyle, hem de aslında ‘belirsizliklere gidişleriyle’ sona eriyor.

İki öykü de manto-paltoyu metafor olarak kullanıyor. Her şeyden önce iki öyküde de ‘küçük adam’ın, sıradan adamın başından geçenler anlatılıyor. Toplumun kabul etmediği ve şekil vermek istediği insanlar…

İki yazar da üsluplarında önemli bir yer tutan ironiyi bu öykülerinde de ustalıkla kullanıyorlar.

Beyaz Mantolu Adam’ı yazarken Oğuz Atay’ın aklına Gogol ve Palto hikâyesi hiç gelmemiştir belki, bilemeyiz. Ama çok zengin bir edebi birikimi olan Oğuz Atay’ın, insanın iç dünyasını anlatma konusunda Dostoyevski’nin dediği gibi Palto’dan da beslendiği çok açık… 

Henüz okumamış olanlara iki öyküyü de ısrarla öneriyorum. Okumuş olanların da bir de bu yazıdaki açıdan bakarak tekrar okumalarını isterim. Eminim benim gibi iki hikâyenin edebi anlamda akraba olduğunu düşüneceklerdir.

 

 

 

 

 

*Palto. Gogol. Çeviren: Aslı Takanay. Bordo Siyah Yayınları

*Korkuyu Beklerken. Oğuz Atay. İletişim Yayınları

*Aylak Adam. Yusuf Atılgan. Yapı Kredi Yayınları