Manisa’nın “büyükşehir” olmasıyla birlikte yönetim şekliyle ilgili radikal değişiklikler oldu. Mesela Özel İdare tarih oldu. Köy Hizmetleri artık yok. Bu hizmetleri Büyükşehir Belediyesi üstlendi. “Manisa’nın büyükşehir olması iyi mi oldu kötü mü?”
Manisa’nın “büyükşehir” olmasıyla birlikte yönetim şekliyle ilgili radikal değişiklikler oldu. Mesela Özel İdare tarih oldu. Köy Hizmetleri artık yok. Bu hizmetleri Büyükşehir Belediyesi üstlendi.
“Manisa’nın büyükşehir olması iyi mi oldu kötü mü?” sorusuna halen Manisalılar net bir cevap veremiyor. Bana soracak olursanız üzülerek “iyi oldu” derim. Çünkü hızla büyüyüp gelişen bir şehir için bu kaçınılmaz bir sondur. Sadece OSB’de çalışan işçi sayısı birçok ilin toplam nüfusundan fazla. Böyle bir şehrin eskisi gibi kalarak planlı büyüme imkanı yoktu artık.
Üzülerek dedim çünkü bir tarafım keşke büyümeseydik, aynı kalsaydık diyor. Eskiye özlem duyuyorum. Manisa’nın bundan 15-20 yıl önceki hali çok farklıydı. Nüfus ve araç sayısı şuan ki mevcudun yarısı kadardı. Doğu caddesi daha sakindi, insanlar daha rahat yürüyebiliyordu. Işıklarda bekleyen kalabalıklar yoktu. Aracınızı istediğiniz yere park edebiliyordunuz. Üstelik otopark görevlisi de yoktu, ücret de...
Salı pazarı şuan ki Yarhasanlar Cami civarında kuruluyordu. Perşembe pazarı ise eski garaj ve altındaki caddelerin tamamını işgal ediyordu. Bir de bit pazarı vardı. Eski giysiler eşyalar ve satmak için uğraşan satıcılar. Elimde fotoğraf makinesi bit pazarında ilginç bir detay yakalamak için gezerken kulak misafiri olduğum bir pazarlık beni çok etkilemişti, üzmüştü. Bayram bir kaç gün sonraydı. Belli ki adam oğluna giysi almak için pazara gelmiş, geziyordu. Kot pantolonların bir bölümü yerde serili vaziyette alıcısını beklerken, bir bölümü de tezgahın önündeki ipe asılmıştı. Adamın ağzındaki filtresiz sigara bitmek üzereydi. Son birkaç kez tüttürdükten sonra sigarayı atıp, biraz daha yaklaştı. Güzüne kestirdiği ve kim bilir kaç yıl giyilmiş kot pantolonu incelemeye başladı. Rengi soluk mavi kotu ipten indirip şöyle bir baktı, sonra çevirip arkasına… Bir adım daha yaklaşıp çekingen ve mahcup bir sesle sordu:
-Ne kadar olur?
Satıcı hızla cevapladı:
- O pantolon 2 milyon lira olur, çok giyilmedi, sağlamdır.
Ücret çok komikti. O zaman pazarda satılan en ucuz kot 15-20 milyondu.
- 1.5 milyon TL olmaz mı? diye teklif eden o mahcup sesi duyduğumda kahrolmuştum. Bana oldukça uygun hatta komik gelen ücretin o adamcağız için pazarlık konusu olacak kadar yüksek olabileceğini nerden bileyim?
Bu diyaloğa iyi ki şahit oldum. Beni olgunlaştıran kilometre taşlarından biridir hayatımda. Yerinizde olmak isteyen milyonlarca insanın olabileceğini düşündüren bir sahne, bir fotoğraf…
Bazı değerler büyüsek de gelişsek de kaybolmamalı. Dün sanayiden Manisa’ya gelirken şehir içi otobüse bindim. Yolcuğun genelinde ayaktaydım. Benimle birlikte ayakta olan kadınlar ve yaşlılar da vardı. Ama koltuklarda elinde telefon müzik dinleyen gençleri şaşkınlıkla izledim. Gelen kadın ve yaşlıların ayakta olması hiç rahatsız etmiyordu onları. Uzun zaman sonra şehir içi otobüse bindiğimde fark ettiğim şeyin özeti şuydu: Büyümüşüz gelişmişiz ama eğitim konusunda ileri değil geriye gitmişiz!
Büyükşehir olmayan Manisa’nın o yıllarda farklı bir havası vardı. Aslında bu kadar hızlı büyüyeceğimizi kimse tahmin etmiyordu. Hele statümüzün bu kadar çabuk değişeceğini hiç düşünmüyordum. Benim bu süreçle ilgili şikayetim köylerin mahalle yapılmasınadır. Manisa’nın şuan 800’den fazla köyü mahalleye dönüşmüş durumda. İnsanlar ilk başta hizmet gelecek diye karşı çıkmadı. Ama bugün artık köylerin, köy geleneklerinin yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kaldığını birçok kişi düşünmeye başladı. Köy isimi köylü kimliği yok olmamalı. Ama statü olarak diğer mahalleler ne hizmet alıyorsa köyler de aynı hizmeti almalıdır. Bu doğru bir yaklaşım. Çünkü köy mahalle olmaz. Köy köydür… Şimdi Peker mahallesiyle Siyekli, Dağyenice nasıl aynı olsun? Olmaz. Köylü hizmet alsın. Statüsü mahalle olsun. Ama ismi köy olsun. Köylü de köylü kalsın. Böyle daha anlamlı…