Arabayı dedesi Abdülhalim Atçı kullanıyor. Kendisiyle aynı ismi taşıyan anneannesi Teslime Atçı, baba Ersan Köseoğlu ve anne Aysun Köseoğlu ile 12 yaşındaki ağabeyi Mustafa Köseoğlu da arabadalar. Minik teslime ise henüz 2 yaşında… Oyuncaklarıyla meş

 

Arabayı dedesi Abdülhalim Atçı kullanıyor. Kendisiyle aynı ismi taşıyan anneannesi Teslime Atçı, baba Ersan Köseoğlu ve anne Aysun Köseoğlu ile 12 yaşındaki ağabeyi Mustafa Köseoğlu da arabadalar. Minik teslime ise henüz 2 yaşında… Oyuncaklarıyla meşgul.   

Saat 19.00 civarı. Yer trafiğin son sürat aktığı Güzelköy kavşağı. Korkunç bir gürültüyle minibüs otomobile çarpıyor. 30 metre sürükleniyorlar. Minik Teslime hemen oracıkta o tertemiz ruhunu teslim ediyor. Dede, anneanne ve babası da onunla aynı kaderi paylaşıyor. Anne ve abisi ise hastaneye kaldırılıyor. 

Tarifi imkansız bir son! Akıl almaz bir dram. Geriye Minik Teslime’den kalan birkaç parça oyuncak ve dağlanan yüreklerimiz.

Başımız sağolsun… 

Nereden baksam, ne yazsam boş… Giden dört can… Ve bu acıyı ömür boyu yaşayacak ailenin geri kalanları.

Belki de acıyı içimize gömüp gazetecilik yapmanın tam zamanı diye düşünüyorum. Çünkü kazanın meydana geldiği nokta hiç de masum değil. Daha önce de onlarca kazaya sahne olmuş ölüm noktalarından biri. Ölüm kavşaklarından biri...

Bizim en acı gerçeklerimizden biridir bu! Ülkemizin dört bir yanında ve de Manisa’da trafik terörüne her gün canlar veriyoruz. Kimi kazalar sürücü hatalarıyla kimileri ise gelişigüzel yapılan ve adeta kazalara davetiye çıkaran yollar yüzünden meydana geliyor. Ve bir türlü biz şu yol sorununu çözemedik. Ki son yıllarda çok ciddi yatırımlar yapıldı. İzmir - İstanbul karayolu eskisine nazaran çok daha güvenli ve güzel. Eskiden bu yol sadece gidiş ve geliş yönü olan daracık bir yoldu. Yapılan çalışmalarla yol duble oldu. Bu da haliyle kazaları ciddi oranda azalttı. Ancak buna rağmen hala kazalar meydana geliyor ve hala insanlar ölüyorsa bir yerlerde bazı şeyler eksik demektir. 

Bu elim kazanın meydana geldiği Güzelköy kavşağı mesela... Veya aynı güzergahtaki diğer kavşaklar. Hatta Manisa Mimar Sinan bulvarındaki kavşaklardan geçerken şöyle bir bakın… Hepsi birer ölüm noktası! Oysa kavşaklar, birden fazla yolun kesiştiği noktalar olması nedeniyle trafik akşını daha düzenli sağlamak amacıyla yapılmış. Ama biz her konuda olduğu gibi bu konuda da maalesef ölmek için yarışıyoruz. Bizde sarı trafik ışığı diye bir şey yok! Kırmızının ilk saniyelerini de yeşilden sayıp basıyoruz gaza! Ya da yeşil sönüp kırmızı yanmasına rağmen nasılsa diğer yönde yeşil yanmak üzere olduğu için devam ediyoruz. İlk saniyeleri saniyeden saymıyoruz anlayacağınız. Basıyoruz gaza… Sonra büyük bir gürültü. Ve kararan hayatlar…

Yeşil yanar yanmaz kalkış yapıp tırın altında kalan çok araç var. Çok kaza var. Kazanın nedeni kayıtlara “kırmızı ışık ihlali” olarak geçiyor. Cezasını sormayın!   

Trafik kazalarının büyük bölümünün kavşaklarda meydana geliyor olması bizim için bir utanç nedenidir. Mobese kameraları bunun ispatı. Sorun sadece sürücülerle ilgili de değil. Kazaya davetiye çıkaran kavşaklar var. Anlamsız bir şekilde daraltılan yollar, şeritler ve çukurlar. Elektrikler gidince aniden devre dışı kalan ışıklar ve daha neler neler…   

Sonuç itibariyle kavşaklar kullanışlı değil, biz de kavşakları kullanmayı, kavşaklardan geçmeyi bilmiyoruz. Gelişmiş ülkelerde araçlar kavşaklara yaklaşırken yavaşlar biz ise tam tersine gaza basıyoruz. Biz freni sadece ansızın gelişen durumlar için kullanıyoruz. Hatta çoğu zaman frene değil kornaya basıyoruz. Hızımızın kesilmesini bir namus şeref meselesi yapıyoruz.  

Aslında önceden yavaşlamayı öğrensek, yani “acele gidenin ecele gittiğini” bir anlayabilsek belki sonuç bu kadar vahim olmazdı.

Hepimize yazık oluyor. Kavşaklarda ölüyoruz, sırayla geçmek mümkünken…