“Bizi öyle bir şekilde ikiye ayırıyorlar ki, hiçbir köprü birleştiremeyecek...”* * Bizi öyle bir ayırdılar ki… Artık ne açılımlar birleştirebilir bizi, ne kardeşlik türküleri. ** Asya ve Avrupa gibiyiz aynı toplumda. Birbirimize bir köprü mesafesi

“Bizi öyle bir şekilde ikiye ayırıyorlar ki, hiçbir köprü birleştiremeyecek...”*

*

Bizi öyle bir ayırdılar ki…

Artık ne açılımlar birleştirebilir bizi, ne kardeşlik türküleri.

**

Asya ve Avrupa gibiyiz aynı toplumda.

Birbirimize bir köprü mesafesinde yakınken, erişilemeyecek kadar uzağız aslında.

Artık aynı radyoları dinlemiyoruz.

Aynı filmleri izlemiyor, aynı gazeteleri okumuyoruz.

Aynı pastanelere, aynı kafelere hatta aynı okullara bile gitmiyoruz.

**

Arabamızın camlarına yazıyoruz kimlik bilgilerimizi…

“Ben buyum” diyoruz, “bendensen buyur gel, değilsen gözüme görünme!”

Ne nezaketimiz kaldı, ne hoşgörümüz.

Ya kavga yapıyoruz ya da tezahürat.

Anlamaya değil anlamasını istediğimizi, karşımızdakinin kafasına çakmaya çabalamaktan ibaret tüm yaşamımız.

Değerlerimizin çevresine kalın duvarlar ördük, ufacık bir sızıntıyı bile kabullenemiyoruz.

İki tür “ahlak” ile yaşar olduk.

Bir bizim ahlakımız var; mutlak olan, tartışılmaz olan, uyulması zorunlu olan, bir de “ahlaksızlar” var çevremizde…

Ne kadar keskinleşirsek, ne kadar sert çizgiler koyarsak görüşlerimizin önüne, o kadar kabul göreceğini sanıyoruz.

Çözümün salt bizim kafamızdakinin uygulanmasından geçeceğini sanıyoruz.

Kendi hayatımızdan ziyade başkalarının hayatını tanzim etmeye çalışıyoruz.

Doğrunun ve gerçeğin ne olduğu bizi ilgilendirmiyor artık…

Komşuluk bizi ilgilendirmiyor.

Veresiye alışveriş bizi ilgilendirmiyor.

Yol arkadaşlığı, asker arkadaşlığı, kan kardeşliği bizi eskisi gibi ilgilendirmiyor.

Bir insanla yakınlık kurarken onun “insanlığı” son sırada belirleyici oluyor artık.

Tipine bakıp başımızı çevirdiğimiz, koltuk altındaki gazetesini görüp selam vermediğimiz günlere döndük tekrar.

Daha fenası hatta; baştan yargıyı koyup cezayı kesip evde huzurla çayımızı yudumluyoruz.

“Oh olsun!” diyoruz içimizden, müstehak bunlara diyoruz her biber gazı yiyenin ardından.

Düşünmek yok, sorgulamak yok, nedenini sonucunu analiz etmek hak getire.

Televizyon çığırtkanlarımız ne diyorsa akşamları oturma odamıza girerek, sabah iş yerinde aynı teraneyi tekrarlıyoruz kendimizden geçerek.

**

“Ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü” klişesi vardır ya hani, geç bunları anam babam!

Biz kendi içimizde bölündükten sonra, vatan mı kalır, ülke mi kalır, bütünlük mü kalır?

Biz kendi içimizde bölündükten sonra, birbirimize tahammül dahi edemedikten sonra…

Bizi ne açılım birleştirir…

Ne yasalar…

Ne dalgalanan sloganlar…

Ne akiller…

Ne biber gazları…

Ne kesilen ağaçlar…

Ne devlet tiyatroları…

Ne pastaneler…

Ne gençliği koruma kanunları…

Ne Boğaziçi Köprüsü…

Ne Fatih Sultan Mehmet…

Ne Yavuz Sultan Selim…

Ne kafası ayıklar, ne kafası kıyaklar…

Ne içeridekiler ne dışarıdakiler…

Ne sandık ne referandum…

**

Umarım yanılırım ama bizi hiçbir köprü birleştiremez bu saatten sonra… 

 

*Yazının başındaki cümle Bağış Erten’in “Sonun başlangıcı” adlı yazısından alıntıdır.