PAZARTESİ ÖYKÜLERİ Foça'da Aşık Olmak Siren kayalıklarında gördüm bugün seni... Sessizce haykırıyordun. Sustum. Suskunluğum çığlığını bastırdı. Artık sen özgür, ben mahpus kalmıştım Foça’da...   Foça’da âşık olmak güzeldi. Daha güzeli, sana

 

 PAZARTESİ ÖYKÜLERİ

Foça'da Aşık Olmak

Siren kayalıklarında gördüm bugün seni... Sessizce haykırıyordun. Sustum. Suskunluğum çığlığını bastırdı. Artık sen özgür, ben mahpus kalmıştım Foça’da...   Foça’da âşık olmak güzeldi. Daha güzeli, sana âşık olmaktı...   Küçük denize demirlemiş teknelere bakıyordum, seni ilk gördüğümde. Keyif’e oturmuş, kahve-sigara keyfi yapıyordum sabahın ilk saatlerinde. Öylesine dalmıştım ki küçük denize, epeydir yan masada oturmana rağmen neden sonra fark ettim seni. Yalnızdın ve içliydin. İç huzurun olmadığı çok belliydi. Soluk bir ışık sarmıştı çehreni. Huzursuz, rahatsız, bir o kadar tedirgindin. Kırılgan duruşun etkilemişti beni. Güven ve koruma bekleyen bakışların çekmişti beni sana. Siyah dalgalı saçların bile, omuzlarına dökülmekte tereddüt ediyordu. İçine çektiğin duman parça parça salıyordu kendini dışarı. Külün yarısı küllüğe yarısı yere dökülüyordu. Çay bardağını elinle çepeçevre sarışın bile tutunma ihtiyacını dışa vuruyordu. Göz göze geldiğimizde gözlerinde arayışı gördüm. Ne olduğunun bilinmediği bir arayışı... Umut arayışını, paylaşma arayışını... Paylaşmaktan yoksun, yalnızlıktan muzdarip bir ruh gördüm gözlerinde. Ama her şeyden çok gizemin çekti beni. Gözlerindeki siyahın ve beyazın zıtlığı gibi, kendimle olan zıtlığın çekti seni bana. Umarsız ve fütursuz yaşamım, dünya değiştirdi sana baktıkça. Bütün rahatlığım çekingenliğe dönüştü. Karanlığın içinde titrek bir mum ışığına bakar gibiydim sana bakarken.   Sonra nasıl oldu da, masana geçtim, ne dedim, ne dedin, nasıl sohbete başladım hatırlamıyorum hiç. Sanki masa değiştirirken evren değiştirmiştim de yan masadaki fincanın yanında önceki hayatımın telvesi kalmıştı yalnızca.    Yıllardır Manisa’da yaşayıp bir ayağı Foça’da olanlardandım ben. Ruhumun bir yanı Foça’daydı hep. Foça benim arınma yerimdi. Ne zaman iş koşuşturmalarından usansam, ilk fırsatta buraya atardım kendimi. Zihnimi boşaltır, ruhumu besler ve sonra tekrar o sıkıcı kente, üzerime düşecekmiş gibi gelen Spil’in gölgesine dönerdim. Seni Foça’ya çeken neydi, niye Ege sahiline sığınmıştın bilemedim hiç. Öğrenmeme zaman kalmadı. Tek bildiğim sığınma ihtiyacın, ürkek bakışlarına yerleşen güven arayışındı. O cumartesi sabahı, ürkek haline zıt bir şekilde yakınlık gösterdin bana. Sohbetin koyulaşmasıyla kendimizi açık mavi denizine attık Foça’nın. Tekne turunda dolaştığımız her ada bizi gerçeklikten uzaklaştırıp ruhlarımızı yakınlaştıran bir köprü oldu adeta. Ben anlattım sen dinledin. Sen sordun ben yanıtladım coşkuyla. İncir Adası, Orak Adası, Fener Adası, Siren Kayalıkları, İngiliz Burnu... En çok Siren Kayalıkları etkiledi seni. O büyülü sesiyle denizcilerin aklını başından alan Sirenlerin öyküsünü dinlerken buğulu gözlerin kayalıklara takıldı kaldı. “Ben burada yaşamak isterdim, dedin. Bu mağaralarda. Binlerce denizcinin veya Homeros’un destansı kahramanlarının değil ama bir kişinin efsanesi olmak isterdim. Bir kişide bırakacağım iz, dünyaya bırakacağım biricik teselli olurdu.”   Tur dönüşü Liman Restaurant’ta balıklarımızı yedikten ve uzun bir yürüyüşle İngiliz Burnu’na gelip biralarımızdan ilk yudumları aldıktan sonra, o günün hayatında yaşadığın en güzel gün olduğunu söyledin. Gözlerin mutlu ve umutlu bakıyordu. Hayatımın en benzersiz ve en hüzün dolu aşkını Foça’da yaşayacağım hiç aklıma gelmezdi. Foça hep bir mola yeri oldu çünkü benim için. İş yorgunluğumu, gündelik yaşamımın kirini pasını denize bıraktığım bir yerdi. Daha ilk bakışta tutulup tutunacak bir dala dönüştün benim için. O yüzden belki sana bakınca A. Kadir gelmişti aklıma. Zerdali şiiri. “Sen orda bağrına bas dur en büyük çileyi, Ben burda en büyük çileyi doldurayım, Ekmeğe muhtaç, hürriyete muhtaç, sana muhtaç. Sen orda dalından koparılmış bir zerdali gibi dur, Ben burda zerdalisiz bir dal gibi durayım.”     O iki günde sen değiştin, ben evrildim, başka bir dünyaya kapı araladık seninle. Aynı göğe bakarken dünyanın artık bir başka döndüğünü hissediyorduk. Yakamozu bir armağan saydık evrenden. Denize umutlarımızı yolladık gitarımın ezgisiyle.   Oysa Aragon’un dediği gibi sevgili, “mutlu aşk yoktur”. Şiiri sen bana okuyor ama ben Aragon’a inanmıyordum.   “İnsan her şeyi elinde tutamaz hiç bir zaman
Ne gücünü ne güçsüzlüğünü ne de yüreğini
Ve açtım derken kollarını bir haç olur gölgesi
Ve sarıldım derken mutluluğuna parçalar o şeyi
Hayatı garip ve acı dolu bir ayrılıktır her an
Mutlu aşk yoktur”
      Foça’da başlayan aşkımız Manisa’da sürdü haftalarca. Haftalarca... Sadece haftalarca sürebildi. Çünkü yine bir hafta sonu, Foça’ya giderken birlikte, Bağarası’na yaklaşırken, benzinlikten çıkan bir kamyon nokta koydu “mutlu aşk”a. Erken bitirdi hikayemizi. Zamansız ve acımasızca.   Aylarca hastanede kaldım. Tekrar normal hayata dönebilmem uzun zaman aldı. Bu normal hayat elbette dışarıdan görüldüğü kadar bir normal hayattı. Hiç normal bir hayatım olmadı senden sonra. Hep kendimi suçladım. Sensizlik bir dağ gibi çöktü üzerime. Böylesine bir yarım bırakılmışlık ezip geçti ruhumu. Hayalin peşimi bırakmadı. Ruhumun orta yerinde sıkışıp kalmıştın sanki.   Çok uzun zaman sonra gittim Foça’ya. Bir zamanlar kendimi en özgür hissettiğim yere. Senin için gittim. Bir tekneye atlayıp Siren Kayalıkları’na ulaştım. Bende bıraktığın izi izledim. Haklı çıkan Aragon’u öfkeyle ama seni sevgiyle andım. O çok sevdiğin şiirin dizelerini yolladım kayalıklara... “Vakit çok geç artık hayatı öğrenmeye
Yüreklerimiz birlikte ağlasın sabaha dek
En küçük şarkı için nice mutsuzluk gerek
Bir ürperişi nice pişmanlıkla ödemek
Nice hıçkırık gerek bir gitar ezgisine
Mutlu aşk yoktur.”
      Siren kayalıklarında gördüm bugün seni... Sessizce haykırıyordun. Sustum. Suskunluğum çığlığını bastırdı. Artık sen özgür, ben mahpus kalmıştım Foça’da...