Bir zamanlar çocuklar sokakta oynardı. Çocukların oyun oynayacakları sokakları vardı. O sokaklar, kaldırımların üstüne kadar park etmiş arabalarla dolu değildi. Çocukların hayatında tabletler, bilgisayarlar, cep telefonları yoktu. Anneleri evden akşam yemeği için çağırana kadar günlerini sokakta oynayarak geçirirlerdi. Okulları vakitli biter, kurslara etütlere gönderilmezler, arkadaşlarıyla sohbet ederlerdi. Salça ekmek cipsten daha lezzetliydi…
Havuzlu siteler, güvenlikli binalar yapılmamıştı henüz; çocuklar seyretmeyi sevdikleri göğün altında güven içinde koşuştururlardı. “Çocukluk arkadaşı”, hele “mahalle arkadaşı” olmak çok özeldi.
Okullarda “kaynaştırma öğrencisi”, “özel alt sınıf öğrencisi” adı altında çocuklar yoktu; bütün öğrenciler zaten kaynaşıyordu ve hepsi çok özeldi.
Öğrencilerin büyük çoğunluğu optik okuyucuyla üniversite sınavında tanışıyor, ilkokuldan itibaren cevap kutucuklarını doldurmakla uğraşmıyordu.
*
Bir zamanlar şehrin her yanı otomobillerle istila edilmemişti; insanların otomobillerini araç olarak kullandıkları zamanlardı, henüz arabaların insanları kullandığı döneme çok vardı.
*
Bir zamanlar insanlar birbirlerine daha çok zaman ayırırlardı. Günlük hayat bir koşuşturma içinde geçmez, insanlar bugünkü kadar yorulmaz, arkadaşlarına, komşularına ayıracak zamanları hemen her gün olurdu. Komşuları vardı insanların, site sakinlerinden daha yakındılar birbirlerine. Bir zamanlar insanlar kendilerini, kendi istekleriyle, kendi yaptıkları parmaklıkların ardına gizlememişlerdi.
*
Bir zamanlar mektup vardı, mektuplaşma vardı. Henüz e-posta icat edilmemiş, telefonlar kablolardan kurtulup akıllanmamış, medyanın sosyali çıkmamıştı. İşte o zamanlar mektup yazardı insanlar. Kendi el yazılarıyla yazıp beyaz zarflara koyar, posta pulu yapıştırırlardı. Mektup ulaştıran postacılar vardı çünkü bir zamanlar, banka zarflarını apartman kapısının altından atan postacılar ve “kurye”ler henüz yoklardı. Mektup insanların özeliydi ve bir tuşa basınca silinmiyordu insanların hisleri.
*
Bir zamanlar aynı şehirdeki insanlar birbirleriyle yazışarak değil yüz yüze konuşarak görüşürlerdi. Çoğu insanın vakti vardı “durup ince şeyleri anlamaya”.
*
Bir zamanlar kredi kartları yoktu ve insanlar kazandıkları parayı harcarlardı. Borç bankadan değil dosttan alınırdı. İnsanlar arabasına, evine, dükkânına “ihtiyaçtan satılık” levhası astığında “ucuza kapatmaya” çalışan değil, ihtiyacını kapatmak için kapısını çalan dostlarla karşılaşırdı.
*
Bir zamanlar ne idüğü belirsiz aforizmalar, dandik mesajlar değil, nitelikli kitaplar okunurdu. Yazar sayısı okur sayısını aşmamıştı henüz ve insanlar iyi okur olmanın iyi yazar olmaktan daha önemli olduğunun bilincindeydiler.
*
Bir zamanlar kavramlar ters yüz edilmemişti: “Linç kültürü” değil “linçin kötülüğü” vardı, “algı operasyonu” değil, “algıda seçicilik” vardı. “Trend” olmazdı insanlar, “saygın” olurlardı. “Takipçileri” değil sevenleri olurdu. Kimse birine “DM” den yürümez, dosdoğru yüzüne karşı anlatırdı derdini. “Dünyadan haberin yok” sözünün bir anlamı vardı, gereğinde “Google” a değil, “bir bilene” sorulurdu.
*
Bir zamanlar her evde en az bir “vardiya” insanı yaşamazdı. İki vardiya arası kendilerine, sevdiklerine vakit ayırmaya çalışan ama ayıramayan on binlerce insan, her sabah gün doğumunda, her akşam gün batımında ve diğer vardiya saatlerinde servis duraklarında beklerken Spil’e kaygı dolu gözlerle bakmazdı.
*
Bir zamanlar daha az gözlükçü ama daha çok okuyan insan vardı…
Bir zamanlar daha az telefoncu ama daha çok konuşan insan vardı…
Bir zamanlar daha az psikiyatrist ama daha çok gülen insan vardı…
Bir zamanlar daha az insan ama daha çok umut vardı…