Mersin’de 90 dakika sahada yürüdün. Volkan seni hezimetten kurtardı. Koca sezonda olur böyle maçlar dedik. Mersin’deki oyundan ders çıkartırsın dedik. Bir umutla Ordu maçını bekledik. İlk yarıda gördük ki, Mersin’de ters giden işlerden kimse ders çıkarmam

Mersin’de 90 dakika sahada yürüdün. Volkan seni hezimetten kurtardı. Koca sezonda olur böyle maçlar dedik. Mersin’deki oyundan ders çıkartırsın dedik. Bir umutla Ordu maçını bekledik. İlk yarıda gördük ki, Mersin’de ters giden işlerden kimse ders çıkarmamış. Belki biraz özet çıkartalım denmiş, kabak Hakan’a patlamış. Halbuki orada senin sorunun bireysel değildi. Tamamen toplu bir sorundu. Volkan hariç, herkesin yürekten oynaması gerekirken, yürüyerek oynanması sorundu.  

Ordu maçında Hakan yoktu. Barbaros vardı. Ne değişti? Koca bir hiç. Yine herkes 63’e kadar yürüdü. Ne topa basan oldu, ne adamın peşinden koşan oldu. Ne bir hırs vardı, ne de kazanma arzusu. Bu takımı senelerdir takip etmesem, oynayanları tanımasam, bu maç için tuhaf bir maç diyeceğim. Yahu, kendi sahasında oynayan bir takım koca 45 dakikada rakip kaleye bir kere olsun gitmez mi? Bir tane adam gibi şut çekmez mi? 

Maçı seyrediyorum. Rakibin senden fazla tarafı yok. Sen oynamayınca, karşı tarafta oynuyormuş gibi görünüyor. Defansının arkasına bir uzun top yolluyorlar, herkes uyuyor. Gol oluyor. Landel maçın başında atamadığını bu kez 33’te atıyor. Topla kalenin ağzına kadar geliyor.  Müdahale etmesi gerekenler adama refakat ediyor. Adam dayanamıyor çakıyor şutu farkı ikiye çıkarıyor.  

Aslında iki takımda nerdeyse yürüyerek oynuyor. Ama aklını kullanan golleri buluyor. Mersin maçının kopyasını, Ordu maçının ilk yarısında oynuyorsun. Bu oyunun seni sonuca götürmeyeceğini görüyorsun, ama ikinci yarıya da aynı takımla başlıyorsun. 

Böyle olunca da, bana da hakemin yönetimine iki çift laf etme şansı bırakmıyorsun. Çünkü insan hakemden önce şunu soruyor. Devreyi iki farklı yenik kapatan bir takım, ikinci yarıya nasıl hamle yapmadan başlar.  

Senin takımın,  ilk yarıda dünyaları kaçırır. Sağdan gelir, soldan  gelir, ortadan kaleyi abluka altına alır, iki kontradan kalesinde golü görür. Eyvallah diyecek bir şey yok. Aynı takım, aynı sistemle ikinci yarıya çıkartırsın, o takımda yediğinden bir fazla atar maçı kazanır. 

Ama bu takımın böyle hali de yok. Abdülkadir orta da yok. Olmadığı gibi Peroviç’le uyumu da yok. Barbaros tribünlerin tepkisini çekiyor. Cousiç beklenenden uzak. Yani ikinci yarıya başlarken en az iki oyuncu al beni diyor. Ancak 63’te alıyorsun. Aldığın gibi de belki benim önümüzdeki maçlar için umutlarımı yeşertiyorsun. Hüsnü ve Gökay’ı alıyorsun. Veeeee… O hamle… Maça heyecan getiren o hamle. Hüsnü’yü  sola alıyorsun, Bülent’e ise özgürlüğünü veriyorsun. Peroviç’i  en uca salıyorsun. Ve maç baştan başlıyor. Takım birden ruh değiştiriyor.  Sahada yürüyenler, bir anda aslan kesiliyor. Ve çok geçmeden Murat ile golü buluyorsun. Havaya giriyorsun. Saldırıyorsun, ama kopartamıyorsun.  Çünkü zaman yetmiyor. Ama en azından 63’ten sonra bu takımın doğrusunu buluyorsun ya, işte ben de gelecek maçlara bu yüzden umutla bakıyorum.