‘İnsan ne yaptığını bilemiyor. Bir şeyler anlatıyorsun ama ne dediğin anlaşılmıyor. Onu kaybettiğimiz günden beri yazmak istedim. Ama yazamadım........ yazacak hal kalmadı bende. Kafa bir türlü toplanamadı. Şimdi de toplanmış değil ama, yazmaya çalışıyoru

‘İnsan ne yaptığını bilemiyor. Bir şeyler anlatıyorsun ama ne dediğin anlaşılmıyor. Onu kaybettiğimiz günden beri yazmak istedim. Ama yazamadım........ yazacak hal kalmadı bende. Kafa bir türlü toplanamadı. Şimdi de toplanmış değil ama, yazmaya çalışıyorum içimden gelenleri.’ Gökmen AYTAÇ

Gökmen çok güzel anlatmış benim de hissettiklerimi. İşte aynen böyleyim bende. Yazacak hal yok. Şu ana dek, klavye başına oturacak cesareti bile bulamadım kendimde.

Gökmen kardeşimin hissiyatını öyle iyi anlıyorum ki, tek farkımız var ben O’nun kadar şanslı değildim. Bülent Abi’mle çok daha az zaman geçirdim. Fakat sadece O’nu tanımış olmanın şansı bile ömrüm boyu yeter bana.

Son nefesime dek, sevgiyle, saygıyla ve minnetle anacağım Bülent Abi’mi.

Çünkü O, bu şekilde anılmayı hak eden, hayatım boyunca tanıdığım çok az insandan biri.

Nasıl anlatsam? O’nu nasıl anlatmalı????

Galiba önce Manisa’dan başlamak gerek.

Aklım erdi ereli kendisine karşı çelişik duyguları ard arda bazen de aynı anda yaşadığım yerdir Manisa.

Boğulduğumu hissettiğim de olur, ‘oh be’ dediğimde.

‘Yaşanmaz kardeşim bu şehirde’ der, çekip giderim, 3 gün sonra da o ünlü tilkiye benzerim.

Ne kadar küs ayrılırsak ayrılalım, tartışmasız her seyahatte özlerim.

Kendimi bu şehirde bir o kadar huzursuz, bir o kadar güvende hissederim.

Manisa’da ‘Elalem ne der?’ kaygısı çokca yaşanır, her adım hesaplanarak atılır.

Zenginler varlıklarını gizlemeye çalışır, çünkü en korkulan şey göze batmaktır. Ve maalesef, her başarıyla göze batılır.

Yüzüne ‘aferin, helal’ diyenler, arkandan kuyunu kazar demiyeceğim, çünkü yüzüne bile söylemezler övgülerini.

Tebrik, takdir, yüreklendirme pek revaçta değildir.

Eleştirmek ise pek makbuldür.

Yeni bir şeyler yapıyorsan, bir ilke kalkışmışsan hele yandın bu şehirde.

Çünkü Manisa hep OLMAZcıdır.

‘Cık’, ‘O senin dediğin olmaz’ diyen büyük çoğunluğa, ‘He, he’ deyip bildiğini okumazsan, ömrünü yersin, adres belli olsun diye açılmış bir dükkanda milim ilerlemeden, değişmeden ve yenilenmeden.

Fakat, şöyle de bir şey vardır; engeller, çelmeler, hasetler, gölge etmeler ‘yetti gari’ dedirttiği noktada, seni cesaretlendirecek, yüreklendirecek vizyoner biri, bir yerlerden çıkar karşına. İşte o biri, Bülent Koşmaz’dır.

‘Olur’ der, ‘Neden Olmasın?’ der, ‘Yaparsınız siz.’ der.

Fikrin uçuk kaçık bile olsa seni dinler. Açıkça fikrini söyler. Seni kandırmaz, yanıltmaz. Bugün dediğini yarın unutmaz. Aklı basmadıysa büyük bir nezaketle seni asla incitmeden ve rencide etmeden ‘Bu fikir üzerinde bir kez daha düşünelim’ der. Fikri beğendiyse, Manisa’ya bi faydasını ve işin olurunu gördüyse (ki daima görür), sana şunu söyler: ‘Oda olarak bizim üzerimize ne düşüyorsa yapmaya hazırız.’

Zaten tek başına bu gaz bile sana yeter. ‘Hadi bismillah’ der, işe başlarsın. İnancın, güvenin sonsuzdur. Çünkü bilirsin ki; Bülent Koşmaz, seni yarı yolda bırakmaz. Sayesinde, herkeslerin olmaz dediğini oldurursun. Ve tam o noktada, başardığın anda yani, bu başarına samimi olarak sevinen ve ilk tebrik eden yine O’dur. Manisa’ya faydalı bir iş yaptığını gördüğü an, ‘Hastayım’ falan demez, hiç te üşenmez, nerede olursan ol, gelir seni bulur, kutlar, yüreklendirir.

‘Hadi bakalım’ der, ‘devam’ der, ufkunu açar. Öyle bi an gelir ki; Manisa’yı Amerika gibi görmeni sağlar. Fırsatlar kenti. ‘Sahiden de olmayan ve oldurulmayı bekleyen ne çok şey var bu kentte.’ Dersin.

‘Manisa’da ne var?’ sorusunu kafandan silip, ‘’Manisa’da ne yok?’ diye düşünmeye başlarsın. Cevapların çokluğu seni şaşırtır.

‘Yapılacak çok iş var, çok çalışmamız lazım, çook’ diye yeni ufuklara yelken açarsın.

Tabi yine fırtınalar, sert rüzgarlar, ters rüzgarlar, olmazlar, olmazcılar, mücadele, işin kendinden daha fazla yoran insanlar, anlayışlar, saplantılar, ön yargılar.

Velhasıl, neresinden bakarsan bak, zor şehir Manisa.

İşte bu zor şehri sevme sebeplerimden biri kendi adıma Bülent Abi.

Evet hala Bülent Abi.

20 Haziran 2014 tarihinden sonra da Bülent Abi.

Hiçbir şey değişmedi.

Manisa’yı daha müreffeh, daha yaşanılabilir bir kent yapma adına verdiği mücadeleyi benim de içime öyle işlemiş ki.

Hiçbir beklentin olmadan, hiçbir çıkar gözetmeden yaşadığın kenti yüceltme isteğini O’nda gördüm ve O’ndan öğrendim ben.

Yaşadığı sürece çok şey öğretti bana. Çok az görüştüğüm bir insan olmasına rağmen.

Ama asıl kutsal bilgiyi cenazesinde verdi.

Aslolan; bırakılan hatıraymış geriye.

İnsanların sizi nasıl hatırlayacağı, nasıl anacağıymış.

Mesele bu hayatta. Başka da hiçbir şey değil.

Ölümün kimseye torpili yok biliyorum. Herkes için kaçınılmaz olan son gelip çattığında, ne çok insana ulaşmışsak yaşarken, ne çok yaşama dokunup olumlu izler bırakmışsak, ne çok insan ‘ İyi insandı. Bana da şöyle bir iyiliği dokunmuştu’ diyebilirse ardımızdan işte budur tek zenginliğimiz ve öte dünyaya götürebildiğimiz.

O gün Hatuniye Camii’nde haklarını helal eden kalabalığı ve insanlar arasında akla gelebilecek her türlü ayrımı geçersiz kılan çeşitliliği gören herkes, vicdan sahibiyse eğer, eminim şunu düşünmüştür içinden. ‘Evet, dolu dolu ve dosdoğru yaşanmış bir hayat. Ne mutlu’

Allah herkese nasip etmez.

Hayatta yan yana gelmez denilen kişilerin, kurumların ve kuruluşların çelenklerini camii avlusuna yan yana dizivermek her cenazenin harcı değildir.

Sözün özü; ölürken doğanlardan Bülent Abi’m. Büyük adamlardan yani. Hep yaşayacak, yaşatılacak olanlardan.

Ruhu şad olsun, mekanı cennet olsun.

Bana ve eminim benim gibi hisseden bir çok kişiye kalansa;

Başın sıkıştığında arayamayacak olmak, yeni bir projen olduğunda danışamayacak olmak, numarasını cep telefonundan silmemek, silememek, ‘neden daha sık gitmedim, görmedim’ demek ve özlemek, özlemek, özlemek.

 

Naime Simsaroğlu