Güzel bir hatırayla hepinize merhaba...

Yetmiş sekiz yaşında oğlunun evinde kalan Cemil bey , torunuyla sohbet ederken , oğlu yanlarına geldi.

"Baba bugün Izmir'e gideceğim.  Benden istediğin bir şey var mı ?" Diye sordu. Cemil Bey gayet rahat bir tavırla;" Yok evlâdım. Sağ salim git gel." Derken oğluna öyle sevgiyle bakıyor,   onunla öyle  gurur duyuyordu ki. 

Gelini neşeli bir sesle; " Baba, haydi kahvaltıya !" Diye seslenince , dede-torun kahvaltı için mutfağa giderken , oğlu da onlarla vedalaşıp çıktı. 

Cemil bey torunu ,  gelini birarada olmanın  huzuru  içinde, sofraya oturdular. 

Kahvaltıdan sonra Cemil Bey balkondaki sallanan koltuğuna oturdu. 

Spil Dağı manzarası eşliğinde, gelininin hazırladığı bol köpüklü sade kahvesini yudumlarken, gözleri manzarada , geçmiş yıllara  daldı gitti...

Bundan sonrasını kendisinden dinleyelim :
"Babamı küçük yaşta kaybettim. İki kız kardeşim, ben, bir de babamın ailesi tarafından hiç istenmeyen annem...Yokluk içinde bir başımıza kalmıştık... 

 Dedemle iki amcam ve halalarım köyde oturuyorlardı.  Dedemin çok büyük tarlaları vardı. Varlık içindeydiler. 

Zavallı annem ise o genç yaşında, ev işlerine, ovalara giderek bize bakmaya çalışıyordu.  O zor zamanlarımızda bile, bizim için külfet olan yol parasını ayarlar , her bayram bizi  köye, dedemlere götürürdü.   Allah  biliyor ya, köye gitmeyi hiç istemezdim.  Annem sevilmediğini bile bile, misafirleri karşılar, ağırlar, yemekleri yapar, bulaşıkları yıkardı. 
Annemin bu hamaratlığı ninemle, halalarımın işine geldiği için ses çıkarmazlardı.

En çok zoruma giden yüreğimi yakan da; dedemin diğer torunlarının hepsine bayram harçlığı verip, bize birer tane akide şekeri vermesiydi . Bizi hiçbir zaman sevmedi, sevindirmedi...
O bayram günlerini hatırlayınca, hala burnumun direği sızlıyor.  Bayramın ilk günü, belki köyde kalırız diye gidiyor, tam akşam yemeği vakti; "Dolmuşu kaçırmadan kalkın. Manisa'ya başka  dolmuş yok." Diyerek tabiri caizse bizi  adeta kovuyorlardı. 

Yıllar hep bu yoksulluk , bu ezilmişlik içinde geçti gitti... Meslek lisesine başladığımda, hafta sonları bir tamircide çalışıyordum.  O zamana kadar , simit satmaktan , ayakkabı boyacılığına kadar her işi yapmıştım.  Orta okulda bir lokantada bulaşıkçılık, sonra bir kahvede garsonluk derken ...Hem  iki kız kardeşimin okul  masraflarına, hem evimize katkım  olmuştu. 
Tamircide kazancım daha iyiydi.  Liseyi bitirince bir öğretmenimin İzmir'deki tanıdığının yanında iyi bir ücretle işe başladım. Bazen çalıştığım yerde, kalıyor, çoğu zaman otobüsle İzmir'e gidip geliyordum. 

Askerden geldikten sonra , kız kardeşlerim arka arkaya evlendiler.  Artık maddi durumumuz düzelmişti.  Kooperatife girip bir ev sahibi olduk. Ben evlenince İzmir'e yerleştim. Kız kardeşlerim anneme yakın oturuyorlardı.  Biz de her hafta sonu annemde kalıyorduk.  Şükürler olsun artık çok mutluyduk. 

Yine böyle bir hafta sonu annem; " Oğlum deden hastalanmış , ninen öldükten sonra kendini idare ediyordu.  Ama şimdi elden ayaktan düşmüş. Çok zor hareket ediyormuş. Bastonla bile zor yürüyormuş.Hiç kimse bakmıyormuş. Perişan olmuş. Yazıktır oğlum. Git getir biz bakalım... Ne de  olsa babanın atasıdır...Bilirim içinden gelmez... Ama günahtır oğlum, Allah rızası  için bakalım... " dedi.

Önce çocukluğumda yaşadıklarım gözümün önüne geldi. Çok öfkelendim. O bayramlarda yaşadığım acılar  içimde  yeniden kanadı.  Kendisine değil bakmak, görmek  bile istemediğimi söyleyince annem;"Düşmüş  birine el uzatmazsan , senin dedenden ne farkın kalır  oğlum. Düşmez kalkmaz bir Allah. "  Diye uzun uzun konuşup beni ikna etti . İstemeye istemeye , dedemi köyden getirdim. 

İçimde biriken çocukluğumda bize yaşattığı acıları yüzüne söyledim. Sonra dikkatimi çekti, o heybetli, otoriter, acımasız adam, şimdi savunmasız, saf bir çocuk gibiydi. Annem, kız kardeşlerim,  ben dedeme ölünceye kadar baktık. Bunda en büyük pay , annemin  merhameti ve fedakarlığıydı.

Sonra öğrendik  ki ; halalarımla , amcalarım bütün malları paylaşıp, sonra dedemi ortada bırakmışlar. Bizden kaçırdıkları o mallar onlara da yaramadı. Kimi kanser oldu , kiminin oğlu malları kumarda yedi, kiminin gelini dünyanın parasını alıp boşandı , kimi iş ortaklığında her şeyini kaybetti ...

Hani bir söz var  "ağlayanın malı  gülene kâr etmez." Diye , işte bunu yaşayıp da gördük... 

Şimdi ben de yaşlandım.  Eşimi  kaybettikten sonra oğlum beni bırakmadı. Gelinimle birlikte ısrar   edip , beni yanlarına aldılar. İzmir'den tekrar Manisa'ya döndüm.   Arada bir kızımı ziyarete gidiyoruz, ama beni  orada da bırakmıyorlar ..."Babamı görmek için bize gelin , birkaç  gece de kalın."  Diyorlar. 

Şimdi düşünüyorum da, eğer o  melek yürekli annemin ısrarıyla o yıllarda dedeme bakmasaydım, bugün böyle huzurlu bir hayatım olmazdı.  Boşuna dememişler  " Ne ekersen onu biçersin. " diye..."

Merhamet  ve iyilik yüreğimizde hep var olsun. Allah yolumuzu hep iyi insanlara çıkarsın.