“Bir sisten başka neydi bütün bunlar?”

SİS, bir aşk hikâyesi gibi başlayıp kurguyla gerçeğin iç içe geçtiği, gerçeklikle kurgunun sınırlarının belirsiz olduğu, romanın yazarının kurgusal karaktere dönüştüğü, roman karakterinin bir sabah yazar Unamuno’nun kapısını çaldığı, yarattığı karakterin başkaldırısına öfkelenen yazarın onu öldürmeye karar verdiği, ironik ve muzip olduğu kadar felsefi sorgulamaları da barındıran, okurun zihnine hayat ve ölüm hakkında sorular eken eşsiz bir eser.

Bambaşka bir romanla karşı karşıya olduğunuzu kitabın başında anlıyorsunuz. Bir önsöz ile karşılaşıyorsunuz. Önsözü yazan romanın kahramanlarından Victor Goti. Şöyle başlıyor sözlerine:

“Don Miguel de Unamuno, aziz dostum Augusto Perez’in acıklı hikâyesiyle esrarlı ölümünü anlatan bu kitabına bir önsöz yazmamda ısrar ettiği için, bu çağrıya uymam gerekir; çünkü Bay Unamuno’nun isteği, kelimenin en gerçek anlamıyla, bana bir emirdir.”

Önsözden sonra Önsözün Ardından başlığıyla yazar Unamuno, Victor Goti’ye kısa bir cevap veriyor. Sonrasında merakla sayfaları çevirip Augusto Perez’in hikâyesinin içine giriyoruz.

Burada yazara kısa bir paragraf açalım.

Miguel de Unamuno (1864-1936) İspanyol edebiyatının en önemli yazarlarından biridir. Şair Garcia Lorca onu “ilk İspanyol” diye niteler. Bunun sebebi Unamuno’nun pek çok eserinde İspanyol insanının psikolojisini çok iyi betimlemesi ve halkına özellikle varoluş anlamında yol gösterici olmasıdır.

Unamuno varoluşçu bir yazar olarak Sartre ve Camus gibi edebi dilini ve eserlerini felsefi görüşlerini aktarmak için bir araç olarak kullanmıştır. İntihar ve ölüm en çok üzerinde durduğu iki kavramdır. “Hayatın anlamı nedir?”, “Nereye gidiyorum, yürüdüğüm yol beni nereye götürüyor?” sorularının peşinden gitmiş, hayatın bir “sis” olduğu sonucuna varmıştır:

“Ne büyük acılar, ne de büyük sevinçler öldürür insanları; bu yüzden bu acı ve sevinçler, küçük küçük değersiz şeylerden oluşmuş muazzam bir sisle sarılı gözükürler. Evet, işte hayat dediğin; bir sis olup olacağı! Hayat bir sistir.”

Augusto Perez, annesinin otoritesi altında yaşamaktan memnun bir hayat sürmüş, annesinin ölümüyle ise ne yapacağını bilemez hale düşmüş, varoluş sebebini arayan genç bir adamdır. Öyle ki, sokakta ne yöne gideceğine bile karar verememektedir. İlk önüne çıkan köpeğin gideceği yöne gitmeye karar vermesine rağmen Eugenia adlı genç bir kadının peşinden gider. Ona âşık olduğunu, hayatın anlamının aşk olduğunu düşünür. Eugenia’nın nişanlı olduğunu öğrenip reddedilince bu kez evine çamaşır yıkamaya, ütü yapmaya gelen Rosario’ya âşık olur. Sonra Ludivina’ya âşık olur.

Aşk onun için “âşığım o halde varım!” mertebesinde bir aydınlanmadır artık. Ancak Eugenia’nın ona yeniden mavi boncuk verip evlenme vaadiyle dolandırmasından sonra farklı bir ‘aydınlanma’ yaşar: Varoluşunu sorgulamaya başlar. Arkadaşı Victor’a (kitabın önsözünü yazan karakter) dert yanar:

“Biliyor musun Victor, zaman zaman, birisi beni yaratmaya çalışıyor sanki. Benim başımdan geçenler, etrafımdakilerin başlarından geçenler hakikat mi, hayal mi? Yoksa Tanrı’nın bir rüyası mı sadece?Yahut bir başkasının rüyası? Uyandığı zaman o, kaybolacak bir rüya olmasın bunlar?”

Bu sorgulamaların sonunda Augusto Perez intihar etmeye karar verir. İntihar etmeden önce bu konuda bir yazısına rastladığı yazar Unamuno’yu ziyaret etmeye, onun görüşünü almaya karar verir. İşte o andan itibaren hikâye çok daha ilginç bir yola girer.

Gerçek olmadığını, ziyaret ettiği yazarın hayalinin ürünü olduğunu öğrenen Augusto Perez, bunu kabullenmez ve Unamuno ile tartışır:

“Ne malum, azizim Don Miguel. Gerçekte var olmayan, ne ölü ne diri bir hayal yaratığı ben değilim de sizsiniz belki. Sizin sadece hikâyemi insanların bilincine ulaştırmak için bir vesile olmadığınız ne malum?”

Augusto Perez’e öfkelenen Unamuno onu öldürmeye karar verir. Perez ise intihardan vazgeçmiş, artık yaşamak, var olmak istemektedir.

Yazarla yarattığı karakter arasındaki diyaloglar, okur açısından çok keyifli olduğu kadar düşündürücü de. Ölüm, intihar, varoluş üzerine sorular soran, yanıtlar arayan, kurguyla gerçeklik arasındaki sınırın belirsizliğine dikkat çeken SİS’i okurken, zihnimizde ölümsüz olan roman karakterleri geliyor insanın aklına. Don Quijote, Raskolnikov, Prens Mişkin, Gregor Samsa, Emma Bovary, Arturo Bandini, Hayri İrdal, Selim Işık, Zebercet… Bunlar yaşamadılar mı yani, hiç varolmadılar mı? Bu soruya Augusto Perez, romanın içinden, SİS’in içinden biz okurlara seslenerek şöyle cevap veriyor:

“Peki, neden var olmayacakmışım? Neden? Farz edelim ki bu adamın, beni rüya halinde gördüğü, beni hayalinde yarattığı doğru… Ama ben, öteki insanların, hayatımın hikâyesini okuyanların hayalinde yaşamıyor muyum ve ben birçok insanların hayalinde yaşıyorsam eğer, işte bu, sadece bir kişinin değil de birçoklarının meselesi olan bu şey, reel değil midir? Ey şu anda bu hikâyeyi okuyanlar, sizlerin zihinlerinizden doğru varlığa, hayata yükseliyorsam, ebediyen, ebediyen ıstırap çeken, acıyla dolu bir ruh gibi, niçin var olmayayım? Neden?”

İyi bir romanı bitirdiğimizde artık onu okumadan önceki kişi değilizdir. Değişmiş, yenilenmişizdir. SİS’i okuduktan sonra da artık başka bir insanızdır.

Sis, Miguel de Unamuno. Çeviri: Behçet Necatigil.

Can Yayınları, 2020. 233 sayfa.