Çin’de pirinç yetiştiren yaşlı bir kadınla İzmir’de üniversitede okuyan bir öğrenci arasında en fazla altı kişi olduğunu biliyor musunuz?
Ya da dünyadaki herhangi bir insana en fazla altı tanıdık aracılığıyla ulaşabileceğinizi?
Çok sevdiğiniz bir yazarla, bir müzisyenle, bir aktörle ya da bir siyasetçiyle aranızda en fazla altı kişi olduğunu biliyor musunuz?
Teorinin adı: Six Degrees of Separation- Altı Adım Teorisi.
Teorinin söylediği şey şu: Dünyadaki her insana, aklınıza gelebilecek herkese en fazla altı arkadaş kadar uzaktasınız.
1929’da Macar yazar Karinthy, dünya nüfusu arttıkça sosyal mesafelerin aslında azaldığını, dünyanın küçüldüğünü söylüyor. İnsanlar birbirlerine en fazla 5-6 adım uzaklıktadır, diyor.
Hepimizin başına gelmez mi; herhangi bir ortamda biriyle tanıştığımızda mutlaka ortak tanıdıklar çıkar. “Memleket neresi?” diye başlayan bir sorunun devamında muhakkak ortak tanıdıklar keşfedilir. Facebook’ta ya da Instagram’da birbirlerini tanımadıklarını düşündüğümüz arkadaşlarımızın birbirleriyle arkadaş olduklarını görürüz.
1960’larda psikolog Stanley Milgram “Küçük Dünya” adını verdiği bir deney yaptı. ABD’nin nüfus yoğunluğu düşük eyaletlerinden gönüllüler buldu. Bu gönüllülere birer paket gönderildi ve onlardan şu istendi: Bu paketi, içinde ismi yazılı olan kişiyi şahsen tanıyorsanız ona gönderin. Tanımıyorsanız onu tanıyabileceğini düşündüğünüz kişiye gönderin.
Böylece hedef kişiye pakettin ulaşıp ulaşmayacağı, ulaşırsa kaç adımda ulaşacağı amaçlandı. Araştırma sonunda hedefe ulaşan paketlerin ortalama olarak altıya yakın sayıda el değiştirdiği görüldü. Bu deney popüler kültüre “altı adımlık mesafe” ifadesiyle yerleşti. Bu teoriyi işleyen bir sinema filmi de çekildi. “Six Degrees Separation” adındaki filmde Will Smith oynadı.
Facebook üzerine 2011’de yapılan bir araştırma, kullanıcılar arasındaki uzaklığın yaklaşık beş adım olduğunu gösterdi. Bugün bu uzaklık üç buçuk adım civarında.
Bu teoriye göre, örneğin Russell Crowe’a ulaşmak istiyorsunuz. Manisa’da yaşıyorsunuz ve Demet Evgar’ı tanıyan bir arkadaşınız var. 2. adımda Demet Evgar’a ulaşmış oluyorsunuz. Yahşi Batı filminde Cem Yılmaz’la birlikte oynayan Demet Evgar Cem Yılmaz’ı tanıyor. Cem Yılmaz, Russell Crowe ile aynı filmde oynadığına göre 4. adımda Russell Crowe’a ulaşmış oluyorsunuz. Tabii günümüzde neredeyse her ünlünün twitter adresi olduğu için o kişiye doğrudan ulaşabilirsiniz; burada söz konusu olan tanıdıklar aracılığıyla ulaşılıyor olması. Bununla ilgili internette bir oyun var: Kevin Bacon oyunu. Oyunun amacı herhangi bir aktörden yola çıkarak Kevin Bacon’a en kısa zincirle ulaşmak. Örneğin ben, Kemal Sunal yazdım ve 3 adımda Kevin Bacon’a ulaştım.
“Dünya küçük” deyişini bilimsel araştırmalar destekliyor. Nüfus artıyor ama dünya giderek daha çok küçülüyor.
Bu iyi bir şey mi?
Hepimiz sürekli bir bağlantı halindeyiz. Bağlantısız yapamıyoruz. Sosyal ağlara bakmadan güne başlamıyor, telefondaki bildirimlere göz atmadan uyumuyoruz.
Elimizde telefon, bütün dünyayla iletişime geçebilmeyi çok ciddiye alıyoruz.
Bağlantı en büyük sorunumuz.
Artık ikinci hayatlarımız var ve o hayat varoluşumuzu simgeler hale geldi.
Günlük yaşamımız dışında dışımızda yaşanan her şeyi merak ediyor, her şeyden haberdar olmaya çalışıyor, onlarsız soluk alamıyoruz. Yakın çevremizde o sırada kimler nerede biliyoruz, ne yapıyorlar bilgimiz var.
Dünyanın öbür ucunda olan yüzlerce olaya bir parmak darbesiyle göz atıyor, en büyük hayranı olduğumuz kişiyle bağlantıya geçebiliyoruz.
Hangi sporcunun ne yediğini, hangi yazarın ne okuduğunu, hangi şarkıcının bize ne kadar uzaklıkta olduğunu biliyoruz.
Bağlantısız kalma olasılığı ürpertiyor bizi, birkaç saatlik elektrik kesintisi kıyamet habercisi gibi algılanıyor.
Bu işte bir terslik yok mu?
Bağlandıkça daha çok mutsuz olmuyor muyuz aslında?
Teknolojinin sahibi miyiz, esiri mi?
Her şey yerleşik hayata geçmemizle başladı değil mi?
Sahi, orada olan neydi?
İnsan mı buğdayı evcilleştirdi, buğday mı insanı?...