Vahit, Makedonya'nın Jirovnisa köyünün aşağı mahallesinde varlıklı ailelerden biri olan
"Kara İslam Oğulları"nın en küçüğü ve kara yağız yakışıklısıydı.
Kendisinden yaşça büyük ve evli olan iki ablası ve bir ağabeyi vardı.
Babası Vahit'i evlendirmeye karar verir.
Vahit , gizli gizli buluşup anlaştığı ve aşık olduğu mavi gözlü güzeller güzeli Emine ile görücü usulü ile evlendirildi. Evlendikleri yıl II.Dünya Savaşı yılları. Ülkesi Almanya ve İtalya tarafından işgal edilir. 
Bunun üzerine eli silah tutan herkes Askere alınıyordu.
Vahit'e de Askerlik için çağrı pusulası gelmişti.
Henüz birkaç aylık evliydi. Sevdasından, evinden, köyünden ayrılacaktı.
Yapacak bir şey yoktu.  Askere gitmemek olmazdı.  Eh, yalnız da değildi.
Köyden kendisi gibi savaşa gidecek yedi arkadaşı daha vardı.
Üç gün sonra Debre'ye gidip Askeri Birliğe teslim olmaları gerekiyordu.
Evine geldi üzüntülü ve düşünceliydi. Henüz yeni evliydi. Eşi ilk çocuğuna hamile kalmıştı. Sevmeye koklamaya kıyamadığı gencecik eşinden ayrılacaktı.
Oysa normal bir askerlik vazifesine değil, savaşmaya gidiyordu.
Üç gün sonra ailesi ile vedalaştı. Köyden yedi arkadaşıyla köy meydanında buluştu. Köy İmamı dualar ederken bir askeri araç gelir ve Vahit ile arkadaşlarını alıp Debre'ye götürür.
O yıllarda Makedonya'nın batı kesiminde genellikle Arnavut çoğunluk yaşadığı için bu bölgeden gelen askerler I.Arnavut Taburu  (I.Albanska Brigada) adı verilen birliğin emrine verilmişlerdi. Bu birliğin askerleri Müslüman Türk , Arnavut , Torbeş ve Hıristiyan Makedonlardan oluşuyordu. 
Vahit ve arkadaşları önce Belgrad'a ve buradan da Zagreb'e getirilirler.
Vahit ve mahalesinden arkadaşı olan Murat, Zagreb yakınlarında bir kasabada savaşan birliklere katıldılar. Burada üç ay boyunca silah kullanma eğitimi aldılar.  Yoğun Alman ateşi altında kendilerini savaşın tam ortasında buldular. Savaş o kadar şiddetliydi ki bir ay siperlerden çıkmamışlardı.
Siperdeki arkadaşları birer birer ölüyorlardı.  Düşman çok güçlüydü.
Sipere bir top mermisi isabet etmişti. Şarapnel parçaları etrafa yayılmıştı.
Feryat figan sesleri arasında insan bedenleri parçalanıyordu.
Vahit ayaklarından yaralanmıştı. Fakat o kendi acısını unutmuş arkadaşı Murat'la ilgileniyordu. Murat kanlar içinde yatıyordu. Başına mermi isabet etmişti. Vahit Sıhhiye askerlerini beklerken Murat ellerinde can verir.
Vahit askeri hastaneye götürüldü.  Ayağındaki Şarapnel parçaları temizlenir.
Allah kendisini sevdiklerine bağışlamıştı. Ayak kemiğinde zedelenme yoktu.
Bir ay hastanede tedavi gördükten sonra taburcu olur ve Kışlasına döner.
1944 yılının Şubat ayında düzenlenen törenle kendisine Madalya takılarak "Gazi" unvanı verilerek terhis edilir.
1945 yılında savaş biter ve Mareşal Tito önderliğinde Sosyalist Federal Yugoslavya Devleti kurulur.
Yıllar şu gibi akıp gidiyordu.  Vahit'in çocukları birer birer dünyaya geliyorlardı.
Vahit Gazi olduğu için köyünde itibarlı olmuştu.
Günün birinde erkeklerin kırmızı fes takmaları, kadınlarında yüzlerini peçe ile kapatmaları yasaklandı.
Vahit yüzüne peçe takan hanımı ile sokağa çıkar.  Bunu gören askerler peçeyi çıkarırlar. Vahit askerlerle kavga eder. Bunun üzerine Rostuşe köyündeki karakola götürülür ve burada bir hafta süreyle gözaltında tutulur.
Bir hafta sonra serbest kalan Vahit evine gelir ve ağabeyi Atip ile birlikte Türkiye'ye göç etmeye karar verirler.
Gazilik Beratını ve Madalyasını kayınbiraderi Osman'a bırakır.
1958 yılının 20 Şubat tarihinde Üsküp'ten Trene binerek İstanbul'a gelirler.
Önce geçici olarak İstanbul'da bir yakınlarının yanında konaklarlar.
Burada fazla kalmazlar ve İzmit'e yerleşirler.
Bir yıl sonra da İzmir'e Balçova'ya taşınırlar.
Ancak İzmir'de de fazla duramadı Vahit...
Rüzgarın savurduğu yaprak misali, kader bu kez de Manisa'ya savuruyordu.
Manisa da ağabeyi ile birlikte bir arsa alır ve en kısa zamanda evlerini inşa ederler.
Bu son yerleşmesiydi.  Burada kök saldılar.
Çocuklarını burada büyütüp burada evlendirdiler. 
Ben de Vahit'in Dilber adındaki kızı evlenerek Damadı oldum.
Vahit ve oğulları başka bir mahallede arsa alarak büyük bir apartman inşa ettiler...
Vahit ve eşi Emine, Manisa'da torun torba sahibi oldular.
Her ikisi de vefat ederek hakkın rahmetine kavuştular.
Çocukları ve hatta torunları Manisa'da yaşlandılar.
Kalabalık bir sülale oldular...
Nereden nereye...
İbret alınacak bu öykü…
Not: Hikaye tamamen gerçek olup şahsım tarafından "Bistra'nın Kardelenleri" kitabımdan alıntı olup izinsiz başka amaçla kullanılamaz!