Biz seni böyle bilmezdik Ege.
Sen bizim en saf ve en coşkulu çocukluk neşemizdin.
En heyecanlı oyunları dalgaların sunardı bize.
En büyük kaleleri senin kumundan yaptık biz.
Sayı saymayı senin sahilinden topladığımız çakıl taşlarıyla beştaş oynarken öğrendik.
İlk senin güneşin su toplattı derimize,
İlk senin tuzunu yuttuk.
İlk koleksiyonlarımız senden toplanan deniz kabukları ve yıldızlarıydı.
Bugünlerde bir yatta bulamadığımız mutluluğu, o günlerde bir kara şamlerde bulduk.
Acı diye bildiğimizin en fazlasını ayaklarımızdan kestane çıkarırken yaşadık.
Öpülünce geçen "uf"lardandı sonuçta, babadan bi öpücük aldık, ha bir de tendürdiyot damlattık.
Sonraki yıllarımızda rakımıza meze olacak kalamarı ilk sende tanıdık ve bir ahtapotun hunharca öldürülüşünü görmekti bizim ilk travmamız.
Ve yaşattığın dehşet en fazla bir yosunun dolanıvermesiydi ayağımıza.
Ya da yüzerken kramp girmesi bi tarafımıza.
Ötesi hep mutluluktu, gölgesiz.
Çocukluğumuzun en saf, en derin, en yoğun mutluluk kaynağıydın özetle.
Sonra ilk gençliğimizin bir parçası oldun.
İlk aşkı senin kıyılarında yaşadık çoğumuz.
O muhteşem renk gösterisine yakamoz denildiğini senden öğrendik.
Kaç güneşler batırdık sahilinde, kaç sabahlar karşıladık.
Bronzlaşma uğruna kim bilir kaçıncı derece yanıklarımız oldu, yoğurtla filan sağalttık.
Kim bilir kaç şarkımıza eşlik etti dalgaların ve kaç yangınımızı söndürdü serin suların?
Karşı sahile kaç sigara yaktık kim bilir? Ve kaç defa kaldı kalbimiz sende?
Orta yaş günlerimize gelince...
Yine huzur ve mutluluktun bizce.
Çok bunaldığımızda kaçıverdiğimiz sığınağımız.
En sıkı sohbetlerin mekanı, en sağlam dostlukların tanığı.
Kıylarında biz kaç defa memleket kurtardık biliyor musun?
Kaç defa dalgalarına karıştı gözyaşımız?
Ve kaç defa sularında yankılandı kahkahamız?
Sen hep bize dosttun Ege.
Şimdi noldu böyle?
Şimdiye kadar yaşattığın bütün güzellikleri yerle bir edercesine,
Neden ceset kusuyorsun Ege?
N'olur artık bize -hele ki ölü çocuk- bedenleri gönderme.
Sen böyle değildin, biz seni böyle bilmezdik Ege.