O FOTOĞRAFLA İLGİLİ BENİM DE SÖYLEYECEKLERİM VAR “Buyrun işte. Beklediğimiz son fotoğraf da geldi. Bir jandarma subayı, baş örtülü bir kıza diplomasını verdi. Söyleyin Allah aşkına. Çok mu zor oldu? Deprem mi oldu? Türkiye mi yıkıldı? Bir el diplomayı a

O FOTOĞRAFLA İLGİLİ BENİM DE SÖYLEYECEKLERİM VAR

“Buyrun işte. Beklediğimiz son fotoğraf da geldi. Bir jandarma subayı, baş örtülü bir kıza diplomasını verdi. Söyleyin Allah aşkına. Çok mu zor oldu? Deprem mi oldu? Türkiye mi yıkıldı? Bir el diplomayı aldı. Küçük bir ele verdi. 
Biliyorum bazıları; devrim diyecek.
Yok arkadaş devrim falan değil. Basit, normal, sıradan, kolay bir şeydi.
Çok çoook önceleri yapmamız gereken bir şeydi.
Yapamadık. Aklımız tutuldu, yanlış şeylere inanmıştık.
Sanmayın ki, kendim bu kolektif aptallığın bir parçasıydım.
Çünkü öyle denmişti ve inanmıştık.
Neyse, geçti.
Bir komutan çıktı. Diplomayı verdi.
Genç kız diplomasını aldı. Kendini eksik, dışlanmış, öteki hissetmedi.
Öz evlat muamelesi gördü.
Ve bir ayıba son verildi.
Ne devrim, ne deprem ne başka bir şey.
Sadece bir diploma töreni.
Herhangi bir diploma töreni.” Tırnak içindeki bu yazı Ertuğrul Özkök’e ait…  O fotoğrafla ilgili benim de söyleyeceklerim var.  1995 yılıydı. Kız arkadaşım Eskişehir Anadolu Üniversitesi’ni kazanmış ve İngilizce öğretmenliği bölümüne yerleşmişti. Bitirip İngilizce öğretmeni olacaktı. Bir kaç ay sonra Anadolu Üniversitesi’ne giderek kendisini ziyaret ettim. Çok sıkıntılıydı. Başörtüsü taktığı için ciddi problemler yaşadığını anlattı. Okuldan atılma ihtimali onu çok korkutmuş ve yıpratmıştı. Çünkü annesi gibi öğretmen olmak tek hayaliydi. Ancak inancı gereği taktığı başörtüsünden de vazgeçmek istemiyordu. Derken aradan birkaç ay geçti. İkna odalarında o da ikna edilmiş ve başörtüsünü çıkarmak zorunda kalmıştı. Bu gerçeği öğrendiğimde yapacak hiçbir şey yoktu. Onu teselli etmeye çalıştım ama nafile. Yıkılmıştı… Okul ile inançları arasında seçim yapmak zorunda bırakılmış olmanın yıkıntısını yaşıyordu. Benim açımdan onun dış görünümünün (Başörtülü veya değil) hiç ama hiç bir önemi yoktu. Ama başkaları için varmış! Başörtüsü takıyorsa vatan haini, terörist… Takmıyorsa ya da başörtüsünü çıkarıyorsa anında vatandaş!!! O dönemde uygulanan baskı birçok kız öğrencinin okulu bırakmasına bazılarının ise başörtüsünden vazgeçmesine sebep oldu. Hepsine vatan haini muamelesi yapılıyordu.  Ertuğrul Özkök’ün tabiriyle “öteki” veya “dışlanmış” hissediyordu birçoğu kendini… O gün bu saçma sapan uygulamalara karşı yapılan eylemler birileri tarafından “Cumhuriyet’e Başkaldırı” olarak algılanmış ve öyle ifade edilmişti! Bu da manşetlere yansımıştı. Misilleme acımasızca yapılıyordu.  Buna medya da fazlasıyla alet olmuştu. Anlamsız manşetler, anlamsız haberler. Bir şehit annesinin başörtüsünden dolayı askeri kışlaya girememesi sıradan bir protokol kuralı olarak gösteriliyor ve adına da “kamusal alan” deniyordu. Oğlunu şehit vermiş bir annenin vatanseverliğini kim ölçebilir?  Görüntü griydi… Bugün ise bir komutan başörtülü bir öğrenciye diplomasını veriyor. Evet, Özkök’ün dediği gibi bu ne devrim, ne deprem ne de başka bir şey. Bu sadece olması gereken.. Ne başörtüsü takan vatan haini ne de takmayan! Fark; görüntü ve yaşam biçimiyle ilgili. Ve herkes birbirine saygı duyduktan sonra ne sorun olabilir? Olmuyor, olmaz da zaten…
O gün, o tarihlerde Ertuğrul Özkök bu yazıyı yazmış olsaydı sanırım çok şaşırırdık. Hatta belki de gözlerimiz yaşarır, ağlardık! Ama o, şaşırtmak için bugünü bekledi. Bu nedenle Özkök’ün bugün yazdıklarının benim ve demokrasiyi birazcık içine sindirenlerin nazarında hiçbir hükmü yok! Ama ille de günah çıkaracaksa, hazır kamusal alan sınırı da kalktığına göre şaşırtmaya devam edebilir…