Adı bilinmeyen bir ülkede belediye seçimleri yapılmaktadır. Ülkenin başkentinde çok tuhaf, sıra dışı bir şey olur. Tek tük seçmen dışında insanlar saatlerce sandığa gitmezler. Önce bu aşırı yağışlara yorulur. Başkenti sağanak yağmur neredeyse esir almıştır. Yağmur azalmasına rağmen oy kullanmaya çok az kişi gider. Öğleden sonra saat dörtte herkes oy kullanmaya gitmeye başlar ve sandık başlarında uzun kuyruklar oluşur. Oy verme süresi uzatılır. Seçim bitiminde oylar sayıldığında çok garip bir şeyle karşılaşılır. Geçerli oyların yüzde yetmişin üzerinde bir bölümü boş oy yani beyaz çıkmıştır.
Ülkenin sadece başkentinde çıkan bu sonuç hükümet yetkililerini şaşırttığı gibi telaşlandırır. Doğal afet gerekçe gösterilerek seçimler bir hafta sonra yinelenir. Bu kez boş oylar yüzde seksen üç çıkar!
Hükümet ve devlet başkanı duruma çözüm arar. Muhbirler ve kameralar aracılığıyla ikinci turda birçok malzeme toplanmış ama hiçbir seçmenden oyunun rengi öğrenilememiştir. Yüzlerce kişi gözaltına alınır, sorgudan geçirilir, yalan makinesine bağlanır ama kimse boş oy attığını veya seçmen olarak davranışının nedenini söylemez.
Bundan sonrası giderek artan otoriter bir yönetim, insan haklarının kısıtlandığı, şiddet eylemlerinin olduğu bir kaos. Önce olağanüstü hâl ilan edilir, sonra sıkıyönetim.
Jose Saramago (1922-2010) Görmek adlı romanında, Körlük romanında yaptığı gibi distopik bir dünya resmediyor bize. Edebiyatta distopya denilince akıllara ilk olarak G. Orwell’ın Bin Dokuz Yüz Seksen Dört romanı veya R. Bradbury’nin Fahrenheit 451’i gelir ama Saramago, hem anlatım biçimi, hem kendine özgü dili hem de kurduğu özgün olay örgüleriyle dünya edebiyatında bambaşka bir yerdedir. Sosyal eşitsizliği, baskıyı, otoriter bir dünyayı anlattığı eserlerinde demokrasiyi de sorgulamaktadır. Demokrasi kavramıyla ilgili bir söyleşisinde Saramago şöyle demişti:
“Her şeyin tartışıldığı bir dönemde yaşıyoruz ama garip bir biçimde demokrasi tartışılmıyor. Kimse demokrasi nedir, neye yarar, kime yarar, sorgulamaya yanaşmıyor. Demokrasi sanki Azize Meryem. Tartışmadığımız bu demokrasi gösterişten başka bir şey değil.”
Saramago’nun Görmek adlı romanı Körlük’ten bağımsız düşünülemez. Zaten Görmek romanının yarısından itibaren konu Körlük romanındaki olaylara ve karakterlere bağlanarak iki distopik durum birlikte ele alınıyor.
Körlük romanında bulaşıcı bir körlükten hareketle hem sosyal bir çürümeyi hem de otoriter bir yönetimin nereye kadar gidebileceğini çok çarpıcı bir şekilde anlatan yazar, körlük metaforunu da insan aklının körlüğü olarak ele almıştı.
Romanın başında bir göz doktoru trafikte yeşil ışığı beklerken nedensizce kör olur. Ardından onunla görüşen herkes kör olmaya başlar. Hükümet ilk tedbir olarak kör olanları akıl hastanesine kapatır. Fakat salgının önünü alamaz. Şehirdeki herkes hızla kör oldukça hayat tam anlamıyla felç olur. Günlük hayatın sıradan işleri yapılamaz, belediyeler en basit hizmetleri bile yerine getiremez. Yağmalar, şiddet olayları başlar. İnsanın nasıl insanlıktan çıkabileceğinin yalın gerçeğini yüzümüze vurur yazar.
Körlük romanında kör olmayan tek kişi göz doktorunun karısıdır. Romanın sonunda “Biz zaten kördük” diyerek akıl körlüğüne vurgu yapar.
İşte o salgın ve göz doktoruyla karısı, Görmek romanında ülkeyi yönetenlerin kendi iktidarlarını kaybetmemek için sarıldıkları bir çare olur. Günah keçisini bulmuşlardır.
Görmek romanına dönelim yeniden.
Sıkıyönetim de çare olmayınca hükümet ve devlet başkanı, yeni bir başkent belirleyerek şehirden ayrılma kararı verirler. Tüm yönetim başkentten ayrılacak, polis çekilecek, temel hizmetler dışında şehre hizmet verilmeyecek, böylece boş oy vererek siyasi kriz çıkaran halk yola gelecek, devlet babalarından özür dileyecektir. Sıkıyönetim ilân edilirken bunun sebebini başbakan, “bozguncu grupların, halkın seçimlerde oyunu özgürce kullanmasını birçok kez engelleyerek siyasi ve toplumsal karışıklık çıkarması” olarak açıklarken, başkent terk edilirken ise devlet başkanı halka seslenirken şöyle der:
“Atalarınızın anısına ihanet ettiniz, vicdanınızı sonsuza kadar sızlatacak acı gerçek budur, o atalar ki vatan denen, sizin yok etmeye kalkıştığınız o tapınağı taş üstüne taş koyarak yüceltmişlerdi; utanın. Bu çılgınlığın geçici olduğuna, çok sürmeyeceğine tüm kalbimle inanmak istiyorum, yarın pişmanlığın kalplerinize yavaş yavaş işlemeye başlayacağına ve sizlerin ulusal toplulukla, o köklerin kökü olan toplulukla barışacağınıza inanmak istiyorum ve o yarının çok gecikmemesi için, hepinizin baba evine geri dönen haylaz çocuklar gibi o topluluğa geri dönmeniz için tanrıya yakarıyorum.”
Görmek romanındaki olayların Körlük romanındaki ülkede geçtiğini, boş oy/beyaz oy fenomeninin körlük salgınından dört yıl sonra yaşandığını belirtelim.
Olaylara çare bulunamayınca hükümet toplantısında Kültür Bakanı körlük salgınını hatırlatır ve yaşananların o dönem yaşananlarla ilgisi olabileceğini söyler. Unutulmak istenen, hakkında konuşulmaması için herkesin sessiz bir anlaşmaya bağlı kaldığı körlük salgını hatırlatılınca hükümet üyeleri arasında tartışma yaşanır ve Kültür Bakanı şöyle der:
“Ben yalnızca dört yıl önce hepimizin kör olduğunu söyledim, oysa şimdi, belki de doğduğumuzdan beri kör olduğumuzu ileri sürüyorum.”
Bu cümle belki romanın tüm kurgusunun üzerinde yükseldiği bir temel görevini görüyor.
Saramago’yu özel kılan yanlarından biri bir distopya anlatırken bile hicivden vazgeçmemesi. Bir hiciv ustası olarak, mizahı ve ironiyi anlatının bir parçası yaparak eserin okur için çok daha akıcı olmasını sağlıyor.
Saramago’nun kendine özgü bir anlatım biçimi var. Nokta, virgül ve noktalı virgül dışında noktalama işareti kullanmıyor. Diyalogları tire (-), tırnak işareti (“) ile anlatmıyor; cümleler arasına yerleştirilmiş ve virgülle ayrılmış ara cümlelerle ifade ediyor. Ayrıca cümle başlangıçları dışında büyük harf kullanmıyor. Saramago’yu ilk kez okuyanlar için bu özellikler biraz okumayı zorlaştırıyor gibi gözüküyor ama sayfalar ilerledikçe yazarın üslubuna alışıyor ve çok daha hızlı okuyorsunuz.
Yazıyı yine Görmek romanından bir alıntıyla bitirmek istiyorum:
“Vaktiyle kör olduğumuzu, belki de hâlâ öyle olduğumuzu anımsatmakla yetindim.”
*Görmek, Jose Saramago. Can Yayınları, 1. Basım, 2008. Türkçesi: Aykut Derman
*Körlük, Jose Saramago. Can Yayınları, 6. Basım, 2005. Türkçesi: Aykut Derman