2005 yılında,1922 Manisa yangınııya ilgili yazdığım hikayeden kısa bir bölüm...
Destina henüz 16 yaşındayken 1922 yılında Türkiye'den Yunanistan'a kaçmışlardı. O günden bugüne Destina'nın sıla hasreti büyümüş, ruhunda bitmeyen bir sıla türküsü başlamıştı. Bu türkü ruhundan gönlüne akıyor, damarlarındaki kanından, bedenindeki canına işliyor, Destina'yı yakıyordu. 66 yıldır, bu hasretle için için yanıyordu. Bunca hasretten sonra bu vuslat... Destina hala doğduğu toprakları göreceğine inanamıyordu.
O yıllar parça parça, küçük film kareleri gibi hayalinden geçiyor, Destina hatırladıklarından çok, hatırlamak istemediği olaylar olduğunu bilmenin sıkıntısını yaşıyordu...
O şehri bir ateş denizi içinde bırakıp gitmişti. 
Ateş  denizi olur muydu? Olurdu. Destina bunu gözleriyle görmüş, o korkunç yangını  hiç unutmamıştı...
O ailesiyle İzmir'e kaçarken, Manisa alev alev yanıyordu. O gün Manisa yeryüzündeki cehennem gibiydi.
İnsanlar, çaresiz insanlar...
Destina bunları hiç hatırlamak istemiyordu. Utanıyor, acı duyuyor, kendisini suçlu hissediyordu.
Yunan işgalinin korkunç katliamını yaşamış görmüştü. 
O insanlık dışı, insanı yok etmeyi marifet sayan gözü dönmüş Yunan askerlerinin adeta zevk için acımasızca, kadın, çocuk, yaşlı, genç demeden Türkleri nasıl katlettiklerini hiç unutamıyordu .
Gençler askerdeydi, evlerde yaşlılar, kadınlar ve çocuklardan başka kimse yoktu.Sivil halkın bir kısmı ovalara, bağlara, dağa kaçmıştı. 
Evlerinde kalanların çoğu Yunan askerlerinin hedef tahtası olmuştu. 
Manisa'da bu insanlık dışı işkenceler, katliamlar, boğazlamalar bütün hızıyla devam ederken cephelerden zafer haberleri gelmeye başlamıştı. 
Destina'nın babası, Rum komşularıyla şehri terketmeye karar vermişti . 
Destina arkasında karanlık, acılı bir şehir bırakarak gidiyordu. Birden Manisa 'nın gündüz gibi aydınlandığını gördü. Her yerden alevler yükseliyordu. Alevlerin kızıl dili göğe yükselip iniyor, daha çok yeri tutuşturmanın hazzıyla hızla yayılıyor, Manisa'yı cehenneme çeviriyordu.
Destina ne olduğunu anlamadan arabadaki komşuları cevabı vermişti bile; "Bizimkiler Manisa'yı ateşe verdiler. Türk  askerleri yakında olmalı. Manisa'dan çıksak da ne bir ot, ne bir ağaç, ne de şehir bırakmıyoruz. Bu da bir zaferdir."
Dimitri  adındaki Rum; "Bizimkiler çok insan kesti. Hep sivilleri öldürdüler. Belki bu savaş olmasa biz bu topraklardan gitmeyecektik. Ne güzel her şeyimiz var idi. Yunanistan'da ne yapacağız? Belki Türkiye'den geldik diye bizi dışlarlar... Hiç iyi olmadı. Yıllardır yanyana oturduğumuz komşularımızı, bizim askerler öldürdü. Bu insanlık değildir..." dedi.
Destina'nın babası Nikos; "Kes Dimitri! Savaş savaştır! Bir savaşta sivil de ölür asker de... Biz bir an önce İzmir'den gemiye binip, Yunanistan'a gitmeliyiz" diye Dimitri'yi payladı.
Bunlar konuşulurken Destina'nın gözü, kızıl alevler içinde cayır cayır yanan Manisa'daydı. 
O günden beri ne zaman Manisa'yı düşünse, en güzel hayali bir kızıl alevle gölgeleniyordu. Çünkü giderken doğduğu şehri bir alev denizinin içinde bırakıp gitmişti. 
Bağlarda, bahcelerde mutlu koşup oynadığı, genç kızlığa ilk adımı attığı o güzel günler, Yunan işgaliyle cehenneme dönmüştü. Oysa Türk komşularıyla ne kadar iyi geçiniyorlardı. O topraklarda her şeyin tadı bir başka güzeldi. 
Yunanistan'da yıllarca hiçbir şeyin adını bulamamışlardı. Yedikleri sebzelerde, meyvelerde hep Manisa'da yedikleri, lezzetli, doyumsuz nefasetteki sebze ve meyvelerin tadını aramışlardı. Her cümleleri, "Orada her şey bir başka güzel, tatlı, lezzetliydi" diye bitiyordu. En gaddarın yüreğinde bile, geldikleri şehrin özlemi vardı. 
Manisa'da bir söz vardı, "Manisa'nın suyunu içen Manisa'dan vazgeçemez" diye. Bu söz doğru olmalıydı. Destina yarım asırdan fazla bir zaman geçtiği halde Manisa yı hiç unutmamıştı. Manisa'yla ilgili hatıraları belleğinde hâlâ taptaze, hâlâ canlıydı. 
Bağın önünden geçen, salkım söğütlerle süslü, kışın öfkeli, yazın nazlı nazlı akan Gediz Nehri'nin sularında az mı yüzmüştü...
Bağlarının etrafını çevreleyen yemiş ağaçlarından, bardacık yemişleri toplayıp kuruturken, komşu  bağın çocuklarıyla az mı cinlik yapmışlardı...
Çakırların oğlanları, Löklerin kızlarıyla ne doyumsuz saatler geçirmişti. O vakitler bunun bilincinde değildi. Yıllar geçtikçe yaşadığı o güzellikler, o güzel yerler, içinde acı bir hasret olmuştu.
Ya o kış geceleri, ocağın başında toplanıp kestane kebap eder, mısır patlatır, maniler söylerlerdi. Manileri Türk komşularından öğreniyorlardı. 
Bütün bu yaşadıklarının içinde bir yürek acısı vardı ki...
Destina bu acıyla, bu hasretle yanıyor, kavruluyordu. 
Manisa cayır cayır yanarken, Destina'nın gönlü de o ateşin içine düşmüş, o gün bugündür ayni ateşle yanıyordu. Gönlü Manisa'dan hiç çıkmamıştı. Bedeni Manisa'dan ayrılırken, Türk topraklarını terk ederken, yüreği Manisa da kalmış, bir türlü ruhu o güzel şehri bırakıp bir Yunanlı olmamış, olamamıştı...