Patrick Süskind, “Koku” adlı o muhteşem romanının bir yerinde şöyle diyor:
“İnsanlar kokudan kaçamıyorlardı. Çünkü koku soluğun bir kardeşiydi. Onunla birlikte insanların içine giriyordu, yaşamak istiyorlarsa karşı duramıyorlardı. Hem de tam orta yerlerine giriyordu koku, doğrudan kalplerine… Kokulara egemen olan, insanın kalbine egemen olurdu.”
Öyle kokular vardır ki, tam bir bellek rehberidir. Bir anımızı sadece o anki bir koku sayesinde hatırlayabiliriz; beynimiz o kokunun izini sürerek bize o anının tüm ayrıntılarını tekrar yaşatabilir.
Öyle kokular vardır ki, bizi çocukluğumuza, öğrenciliğimize, bir dost toplantısına veya geçmişte kalmış bir sevgilinin omzuna yolculuk ettirebilir.
Öyle kokular vardır ki, duygularımızı belirler. Hani şair, “kahvaltının mutlulukla bir ilgisi olmalı” diyor ya;  mutluluk hissini veren kahvaltının kokusudur. Fırından yeni çıkmış bir ekmeğin kokusu beni çocukluğuma götürür örneğin. Sıcak çay bardağını avucumda tutarken yeri belirsiz bir köy kahvesine giderim bazen.
Okul yıllarınızdan bahsederken tebeşir kokusu gelmez mi burnunuza?
 
Kitap kokusu benim hayatımın vazgeçilmez kokularından biridir.
Bir kitabı ilk eline aldığında rastgele bir sayfasını açıp burnunu o sayfaların içine gömerek kokusunu derin derin içine çekenler ailesindenim ben.
Bu aile çok büyüktür aslında, bilirsiniz. “Bu kitapların hepsini okudunuz mu?” diye soran kişiye, “Kitaplar sadece okumak için değil birlikte yaşamak içindir” diye yanıt veren bireylerden oluşan bir ailedir bu.
Sağında solunda, çantasında, arabasında, yatağının başucunda kitap olmadan huzur bulamayan, birkaç sayfa bile olsa okumadan gün geçirdiğinde o günü kayıp sayan bu ailenin bireyleri, internet sayesinde oturdukları yerden kalkmadan alabilecekleri hâlde, kitapları daha çok dokunarak satın almayı tercih ederler.
Bu yüzden de yakınlarında yörelerinde bir kitap fuarı açıldığında o fuarı ziyaret etmeden, kitaplara dokunup kokularını içlerine çekmeden rahat edemezler.
Çünkü onlar Ray Bradbury’nin teşhisini koyduğu bir hastalığa yakalanmışlardır.
Distopya türünün en önemli kitaplarından olan Fahrenheit 451’in yazarı Ray Bradbury, kitabının önsözünde şöyle der:
“Kitap tozu dünyanın en güzel polenidir ve insanda edebi alerji yaratır.”
Ben de bu hastalığa yakalanmış bir okur olarak kitap fuarlarını ziyaret etmekten, yazarlarla tanışıp sohbet etmekten, fuar alanında kitap kokuları arasında gezinti yapmaktan büyük keyif alıyorum.
Yıllardan beri de yaşadığım şehirde düzenli olarak düzenlenen bir kitap fuarı olmamasından dolayı üzülüyordum. Ama artık var…
Manisa’da bu yıl üçüncü kez düzenlenen ve belli ki önümüzdeki senelerde de gelişerek devam edecek olan kitap fuarı şehrin çok ama çok önemli bir ihtiyacına yanıt veriyor.
On gün boyunca okurlar, fuarda yayınevlerini ziyaret edebiliyor, sevdikleri yazarlarla buluşabiliyor, konferans, panel, söyleşi gibi etkinliklere katılabiliyorlar. Bu şehirde yaşayan ve çeşitli türlerde eserler yayınlayan yazarlar da okurlarıyla buluşarak etki alanlarını genişletiyorlar.
Bu tür organizasyonlarda en büyük görev bu şehrin insanına düşmektedir.
Bu şehrin okurları ve yazarları her türlü ön yargıdan uzak bir şekilde bu fuarı desteklemeli, her sene daha iyisi olması için çaba göstermeli, elini taşın altına koymalıdır. Eleştirmek, kusur bulmak kolaycılıktır. Kişisel bakış açıları değil şehrin kazançlı çıkması önemlidir.
Valilikten Milli Eğitim Müdürlüğü’ne kadar birçok önemli kurumun destek verdiği fuara, okullarımızdan öğrencilerin gelmesi, çocuklarımızın binlerce kitabın içinde yolculuk yapması, ancak kendi çocukluğumuzu hatırladığımızda anlayabileceğimiz çok özel bir deneyimdir.
Fuarın ilk hafta sonu olan Cumartesi günü, yazar Şermin Yaşar okurlarıyla buluşmak için fuardaydı. İmza verdiği masadan binanın giriş kapısına kadar inanılmaz bir kuyruk oluşmuştu. Çocuk okurların çok sevdiği yazarla tanışmak için aileler çocuklarını değil, belli ki çocuklar ailelerini alıp gelmişti.
O çocukların yerine kendimizi koyalım. Kaçımız çocukluğumuzda, okuduğumuz bir kitabın yazarıyla tanışıp fotoğraf çektirdik?
O çocuklar o günü unutmayacakları gibi artık kitap okumaktan da hiç vazgeçmeyecekler.
Aynı gün özellikle lise ve üniversiteli gençlerin çok sevdiği Ali Lidar okurlarıyla buluştu. Mete Yarar, Ali Güler, Bircan Yıldırım da okurlarıyla buluşan yazarlar arasındaydı.
Örneğin ben, Cuma günü gelecek şair Şükrü Erbaş’ı sabırsızlıkla bekliyorum.
Aynı şekilde daha önce tanışmadığım ve eserlerini çok beğendiğim İlhami Algör’ü de bekliyorum. ‘Fakat Müzeyyen Bu Derin Bir Tutku’ romanının yazarı İlhami Algör, Cumartesi günü fuarda olacak.
Ray Bradbury’nin dediği gibi edebi alerjiye yakalanınca insan artık bu kitap sevgisinden kurtulamıyor.
Dilerim ki, her Eylül sonu, kitap kokusuyla dolar bu şehir…