Diyarbakır'daki annelerin HDP binaları önünde oturma eylemi başlatmasıyla gündeme geldi ülke gerçeği. Bir annenin çocuğunu geri istemesi ne kadar acı bir durum.
Tarif edebilen var mı?
Bir de buna cesaret dahi edemeyen anneler, aileler var... Ve Türkiye'nin dört bir yanında gözü yaşlı yüzbinlerce ebeveyn...
Çocuğunun cenazesini dahi geri alamayanlar var.
Bu acı gerçekle bir kez daha yüzleştik.
“Diyarbakır’da genç bırakmadınız. Başlarım sizin Kürdistanınıza” diyen bir annenin bu cesareti nereden geliyor?
Annelik duygusu diğer tüm duygularının önüne geçmiş olabilir mi? 
Aklıma çocukken tanık olduğum bir görüntüyü anımsattı bu feryat. Evimizin yanında küçük bir odunluk vardı. Oraya kışın yakacağımız odunlarımızı ve çeşitli eşyaları koyardık. Boş kalan bölümde de kazlarımız ve diğer kümes hayvanları barınırdı.     
Kazlarımızdan biri kuluçkaya yatmış ve 9-10 tane yavru çıkmıştı yumurtalardan. Her sabah yavrularını alıp odunluğun kapsının altındaki boşluktan çıkıp evimizin önündeki boş alanda dolaşırdı.
Bir sabah kazların sesiyle uyandım. Hemen koştum dışarıya. Gördüğüm manzara karşısında şoke olmuştum. Kaz, annelik dürtüleriyle yavrularına ve kendisine saldıran birkaç köpeğe direniyordu. Hatta zaman zaman köpeklere saldırıp onları yavrularından uzak tutmaya çalışıyordu.
Kanatlarını o kadar açmıştı ki adeta bir dev yaratığa dönüşmüştü. 
Ona bu cesareti veren annelik içgüdüsüydü.       
Elime bir sopa alıp hızla köpeklere doğru koştum. Neyse ki köpekler hızla kaçıştı. Yavrularını koruma pahasına kendi hayatını hiçe sayan kazın cesareti beni çok etkilemişti.   
Belki de anneliğin kutsallığı bundandır.
Anne her yerde annedir.
Aynı duygu ve aynı cesaret…
Doğuda, Güneydoğu’da yaşanan acının başrolünde anneler var.  Yavrusunu kaybetmiş anneler ve yavrularına kavuşabilme hayalinin önce umuda sonra cesarete dönüşümüdür izlediklerimiz…   
Bu kahrolası kavgayı organize ederek on binlerce genci öne atan acımasız, gözü dönmüş bir kanlı oyuna karşı yanındaki birkaç anneyle savaş açmış bir kadın anatomisiyle karşı karşıyayız. Ve ondan güç alan diğer anneler…
Tarih boyunca organizatörlerin amacı bölgede küçük devletçikler kurmaktı. Oyunun farkında olmayan belki de milyonlarca insanın içinde olduğu bir savaş bu.
Terörün başladığı 1980’li yıllardan bu yana ölen 50 bini aşkın insan kimin insanı? Uzaylıların olmadığına göre her birinin annesi var. Bu gerçek bir kez daha tokat gibi yüzümüzde patladı.
Yazılacak o kadar çok var ki…
Ben sadece size çok bariz bir örnek vereceğim. Bizi birbirimize düşürmeyi amaçlayan, Türk-Kürt demeden on binlerce gencin katledilişini hazırlayan sürecin başlarına gidelim. Gidelim ki oyunun kimler arsında oynandığını görebilelim.   
1.Dünya Savaşı sırasında Osmanlı topraklarını paylaşmakta anlaşmazlık yaşıyordu itilaf devletleri. O dönemin en etkin iki devleti olan İngiltere ile Fransa gizli bir anlaşma yaptı.
Sykes-Pıcot Antlaşması…
Osmanlı Devleti’nin Asya’daki topraklarının paylaşılması öngörülüyordu. Tarih 16 Mayıs 1916. Gizli anlaşma belki de 100 yılın planlamasıydı. Ve bugün Kürtlerin, Arapların ve Türkmenlerin yaşadığı bölgenin ilk şekillendirmesi bu gizli anlaşmayla temellendirildi.
Haritalarda düz çizgi ile belirlenen sınırların hesabı başka bir savaşa bırakıldı.     
Zaman içinde anlaşmanın detayları zorunlu sebeplerle değişti. Ama amaç hiç değişmedi. Ve ta o tarihte Filistin topraklarında bir Yahudi devletinin kurulması kararı alındı.
Nitekim planın bu parçası 1948 yılında İsrail’in kurulmasıyla hayata geçmiş oldu. Bölgede dengeler değişti. Yahudi lobisi güçlendi. Bugün bölgedeki en önemli karakol haline geldiler.
Filistin’in büyük bölümünü topraklarına dahil ettiler. Gazze’yi açık hava hapishanesine çevirdiler.   
Bölgedeki başrol oyunculuğu da zaman içinde ABD’ye geçti.
Amaç bölgeyi bağımlı hale getirmek ve ABD, İngiltere, Fransa ve batının kontrolünde devletçikler kurmaktı. Bunu neden mi amaçladılar?
Kürtleri, Arapları çok sevdikleri için değil. Bölgedeki petrol yataklarına hakim olabilmek için.
Türkler, Araplar ve Kürt nüfus ve Şiiler duruma göre hep oyalandı ve kandırıldı.     
1.Dünya Savaşından sonra İngiltere, Fransa ve sonraki yıllarda Amerikan petrol şirketleri bölgeyi adeta istila etti. Petrol ve diğer kaynaklar oluk oluk batıya, ABD’ye aktarıldı.   
Arap yarımadası, Ortadoğu ve Akdeniz’de kendi kontrolleri altında kukla krallar, başkanlar ve cumhurbaşkanları ayarladılar. 
1970’li yılların sonrasında Irak’ta Saddam Hüseyin petrol şirketlerini millileştirdi. Bu süreç bir süre devam etti. Sonra baktılar olmuyor, Saddam’ı devirip şirketleri tekrar yabancılaştırdılar.   
Sonuç itibariyle batı kendi çıkarları için yeri geldi İran-Irak savaşını başlattı, yeri geldi Irak’taki Kürtleri silahlandırıp ayaklandırdı, yeri geldi İsrail’i güçlendirip bölgedeki Arap ülkelerinin üzerine köpek gibi saldı. 
Bazen Lübnan karıştırıldı bazen Yemen bazen Suriye… Sadece savaşın aktörleri değişti. Oyun, plan hiç değişmedi.     
Bu korkunç planın ülkemize yansıtılması onlar için çok zor olmadı. 
Son 40 yılın en revaçta malzemesi Kürt nüfusuydu.
Kürtlerin kaşına gözüne hayran olmadıkları kesindi.  Ancak bölgeyi ve petrol yataklarını kontrol altında tatmanın en mantıklı yolu küçük devletçik modeliydi.    
1980’li yılların başında ASALA’nın bitirilmesi ve hemen ardından PKK’nın organize edilmesi işte bu devletçik modelini hayata geçirmek için kurgulanan oyunlardan biriydi.
Batı bunu yaparken asırlardır bir arada yaşayan Türk ve Kürt halklarını birbirine düşürerek, 30-40 yılda sonuç alabilmeyi planladı. Irak ve Suriye’nin bir bölümü planın içindeydi. Ama Anadolu toprakları ve İran’da kalan topraklar planın en zor parçasını oluşturuyordu.      
Başlattıkları bu kirli savaşta on binlerce Türk ve Kürt hayatını kaybetti. Milyonarca kişi mağdur oldu. Ve ülkemiz bir etnik çatışmanın içine çekilmek için gereken ne varsa yapıldı.
Batı, bu kirli hedefinden hiç sapmadı.
Ve oyunu kurgulamaya devam ediyor.
Yapılan onca şeye rağmen Anadolu hala dimdik, tek vücut ayakta ise hiç şüphesiz bu bir direniştir, başarıdır. Savaşa karşı kardeşçe yaşama ısrarı, inadıdır.     
Çünkü büyük oyunu gören birileri var. Bu oyuna dahil olmamak için çırpınan dev bir kitle var…     
Yoksa 50 bini aşkın insanın ölümünü hangi coğrafya kaldırır!   
Diyarbakır’daki annenin feryadı, isyanı bu kirli oyunadır.  
Barış diye diye kan dökülürken hiç kimse dinlemedi anneleri. 40 yıldır bu savaşta en çok anneler ağladı. Belki bu savaşı bitirecek olan da onların öfkesidir.