70’li yıllardı...
Ramazan bayramına üç gün vardı...
Mahmut günlerdir doğru düzgün bir iş bulamamış,  yine bu sabah erkenden amele pazarına gelmişti.
Kış olduğu için, bağ-bahçe işleri pek yoktu, hava çoğunlukla yağmurlu olduğu için inşaat işi de yoktu.
Sabah saat yedide geldiği amele pazarında saat dokuz olduğu halde bir iş çıkmamıştı.
Kendisi gibi iş bekleyen garibanlarla birlikte  o da umutsuz bir halde, çaresiz amele pazarından ayrılırken, Hatuniye Camisi’ne içi yanarak baktı.
"Ya Rabbi bugün yine iş bulamadım. Bayram geliyor,çocuklarım bayramlık bekliyor, ben ise eve gündelik nafaka bile götüremiyorum. Çaresizim Allah'ım, bana merhamet et!" diye sessizce feryat etti.
Akşama kadar sokaklarda dolaşıp iki evin önündeki kömürleri, beşer lira karşılığında taşıdı.
Yarım ton kömür taşıyıp beş lira kazanmak hiç yoktan iyiydi.
Başka bir iş bulamayınca ağır ağır Bayındırlık Mahallesi’ndeki evinin yolunu tuttu.
İki çocuğu vardı, biri okula gidiyordu, diğeri küçük olduğu için evdeydi.
Beş yaşındaki oğlu her gün "Baba bayramlık kazak isterim, ayakkabı isterim, pantolon isterim" diye babasına beklentilerini söylüyor, kızı da "Ben de isterim!" diye bağırıyordu.
Çocuklar haklıydı ancak Mahmut bu istekleri karşılıyamadığı için kendisinden utanıyordu.
Bahçe kapısının ipini çekip kapıyı yavaşça açtı, birkaç saniye bahçede durdu.
Erik aģacıyla, dut ağacına bağlı çamaşır ipine baktı. İpin erik ağacı tarafında bir buçuk metre kadar fazlalık vardı. Aklında deli düşünceler, ipe baktı, baktı, baktı... Sonra ağır adımlarla eve doğru yürüdü. Öyle perişan, darmadağın, çaresizdi ki...
Giriş kapısını sessizce açtı, oturma odasının önündeki bu küçük yeri hem antre hem mutfak olarak kullanıyorlardı.
Tam odanın kapısını açacakken hayretle durdu, gözlerine inanamadı. Küçük tüp yanıyordu,  üstündeki tencereden yayılan kuru fasulye kokusu ortalığı sarmıştı...
Kapının sesini duyan eşi oturma odasının kapısını açınca iki çocuk sevinçle, “Baba! Baba!” diye babalarına kostular.
Oğlu heyecanla, “Baba senin gönderdiğin bayramlıkları amca bize verdi” diyerek babasının kucağına zıpladı.
Odada yerde ayakkabılar, elbiseler vardı.
Mahmut gördükleri karşısında şaşkına döndü...
***
Cezmi Bey bir hafta önce yanında çalışanlara, yakın çevrelerinde yardıma ihtiyacı olan kimseleri sorunca, Bayındırlık Mahallesi’nde yardıma ihtiyacı olan birçok aile olduğunu öğrenmişti.
Üç gün içinde fırsat bulup ,yaş gruplarına göre çocuklar için, pantolon, kazak, ceket, anneler için pazen kumaş, mutfak icin gıda maddeleri, ayrıca yirmi zarfa bayram harçlığı koymuştu.
Hazırladığı yardımları, kapalı bir kamyonete yükleyip, eşiyle kendisi arabada  önde, kamyonet arkada mahalleye gelmişlerdi.
Yolda gördükleri çocuklara, “Annenize haber verin, size bayram hediyesi getirdik, gelsin alsınlar” demişti.
Biraz sonra çevredeki insanlar çekinerek gelmişti.
Cezmi Beyin eşi, gülümseyerek kadınları karşılayıp, şoförle birlikte bayram hediyelerini dağıtmıştı.
Komşuları Mahmut'un eşi Emine'yi de  çağırmışlardı.  Emine utanarak iki çocuğuyla kamyonetin yanına gelince, “Çekinme kızım, bunlar çocuklarla sizleri  sevindirmek için bayramlık elbise, erzak...” demişti.
Mahmut'un küçük oğlu, “Babam bize bayramlık alacak. Akşama getirecek” deyince, Cezmi Bey çocuğun saçlarını okşamış, “Oğlum bunları baban aldı, size gönderdi. Biz de getirdik” deyince, küçük çocuk sevinçten havalara uçmuştu. Hediyeleri kucaklarken gözleri ışıl ışıldı..
Emine'nin eline erzaklarla birlikte bir de içinde para olan zarf verilince ,genç kadın ne diyeceğini bilememiş, göz yaşlarına hakim olamamıştı.
Cezmi Beyin eşi de duygulanmış, gözleri dolmuştu...
Beklenmeyen bu yardımla evde bayram havası esiyordu..
Mahmut ne diyeceğini bilemedi, boğazına sanki bir yumruk oturmuş,  gözleri yanıyordu.
“Ben bir elimi yüzümü yıkıyayım” dedi, bahçeye çıktı. Tulumbaya doğru yürürken  gözyaşları  sel oldu. Hıçkıra hıçkıra ağlayıp, şükretti.
“Sübhansın Rabbim! Bugün hayatımın en kötü günü diyordum. Çaresizdim,  perişandım... Umudum tükenmişti.  Ancak sen öyle büyüksün ki... En umutsuz olduğum anda ,rahmet kapını açtın. Ya Rab biraz önce çamaşır ipiyle intihar etmeyi düşünmüştüm.  Beni bağışla, affet. Şükürler olsun Allah'ım” diyerek , hem ağladı, hem dua etti..
Sabahki umutsuz karanlıktan sonra şimdi dünyasına  gün doğmuştu sanki.
Yüzünü yıkadı, gözyaşları da yüreğini yıkamıştı...
Cezmi Bey o yardımın bir aileyi nasıl bir felaketten kurtardığını belki hiç bilmedi. Ancak Mahmut ve ailesi o iyiliği  hiç unutmadı.
Bir de o Ramazan Bayramını...
Bayramınız mübarek olsun...