Sivaslı birinin güzel bir anısı...

"1973 yılında Manisa istasyonunda trenden indiğimiz zaman, Aralık ayının on beşi, sabahın sekizi , ayazın insanın kemiklerine işlediği, soğuk bir gündü.

Elimizde bavul, valiz bir de kucağımızda küçük çocuğumuz...

Sivas'ta işimiz bozulduğu için iş bulma umuduyla Manisa'ya gelmiştik.

Elimizdeki adresle akrabamızın evini bulmak için, dükkanlara sora sora Göktaşlı mahallesine gidecektik.

Bize mahalleyi tarif edenler epey yürümemiz gerektiğini söylüyorlardı.

Mesafe hakkında bilgimiz olmadığı için tarife göre yola devam ediyorduk.

Biz o sokak mı, bu sokak mı diye dolaşırken bir buçuk yaşındaki oğlum kucağımda öksürmeye başladı.

Bir öksürük ki öyle böyle değil...

Oğlum adeta boğuluyordu.

Hava soğuk, akrabamızın evine hala ulaşamamıştık ve oğlum berbat bir şekilde öksürüyordu.

Bir duvar kenarında durup, oğlumun düzelmesini bekleyelim dedik.

Eşimle ben panikle ne yapacağımızı bilemez bir haldeydik.

Eşim oğluma su verdi, çocuk bir yudum suyu içer içmez kusmaya başladı.

Eşim "Kerem! Kerem!" diye korkuyla ağlamaya başladı.

Bir yandan oğlumu temizlemeye çalışan eşimi, sakinleştirmeye uğraşırken, bir yandan da dizlerimin bağı çözülüyordu.

Bu gurbet elde daha ilk saatlerde evlâdım elimden kayıp gidiyordu sanki...

Biz korku ve telaşla ne kadar uğraştık, ne yaptık farkında değildik.

O sırada soba külü boşaltan yaşlı bir amca bizi görmüş, yanımıza geldi:

"Hayırdır gençler, bebek rahatsız herhalde. Burada durmayın, evim hemen şurası. Buyurun bize gidelim. Yoldan geliyorsunuz galiba. Yavrunun üstünü değiştirin, biraz dinlenin ısının" dedi.

Bu o an hayatımda hiç beklemediğim, ancak duyduğum en güzel davetti. Zaten nazlanacak halimiz yoktu.

Amcayla birlikte evine gittik. Yaşlı, gül yüzlü bir teyze bizi sımsıcak gülüşüyle karşıladı.

Amca kısaca olanları anlatınca, teyze hemen minderin üstünde oğlumun üstünü değiştirirken, biz de elimizi yüzümüzü yıkadık.

İçerisi temiz ve sıcacıktı. Soba çıtır çıtır yanıyor, üstündeki demlik neşeyle tıkırdıyordu.

Teyze oğluma ıhlamur kaynatıp içirdi.

Temizlenip, ısınan oğlum derin bir uykuya daldı.

Yaşlı kadın mutfaktan kahvaltı tepsisiyle geldi. Zeytin, çökelek, tarhana çorbası, dilimlenmiş ev ekmeği...

Sofra bezinin üzerine kasnak koyup tepsiyi yerleştirdi.

Ekmek dilimlerini sobada kızarttı.

Kendi yaptığı reçeli ve ilkkez Manisa'da tattığım baharatlı, zeytinyağlı ekmeğe sürülen nefis salçayı çok beğendim.

Sıcak çay, sıcak oda, en önemlisi sımsıcak iyi yürekli, merhametli insanlar...

Allah o zor anımızda bize , dünyanın en iyi insanlarıyla karşılaşmayı nasip etmişti.

İki saat kadar orada ısındık, dinlendik, sohbet ettik.

İhsan amcayla, Ayşe teyze bizim yardımımıza hızır gibi yetişmişlerdi.

Oğlum uyandığında yola çıktık.

Gideceğimiz adresi bize tarif ettiler.

Ben de onların adresini aldım. Bu güzel insanları asla unutmayacaktım.

Kısa sürede işe girdim, ev tuttuk, toparlandık.

Artık hem bir düzenimiz, hem de İhsan amcayla Ayşe teyzemiz vardı.

Aradan yıllar geçti, hayatımızda çok şeyler değişti, üç çocuk yetiştirdim.

Yaşlanınca Muğla'daki oğlumun yanına yerleştik.

Ama Manisa'ya ilk geldiğimiz o soğuk kış gününü; çaresizlikle kıvranırken bize evini açan, kol kanat geren o iyi insanları hiç unutamadım.

Ne zaman kızarmış ekmek kokusu duysam , ya da salçalı ekmek dilimi görsem; Manisa'da bize kucak açan o iki iyi insanı hasretle, rahmetle, duayla yadederim.

Tıpkı soba çıtırtısına , kızarmış ekmek kokusuna, kaybolan eski güzelliklere, dostluklara duyduğum hasret gibi...

Eski insanlar gibi eski zamanlarda her şey çok daha güzeldi."

Tıpkı eski Manisa'nın da o zamanlar çok güzel olduğu gibi...