Edebiyat tarihinin ilk romanı günümüzden yaklaşık 1800 yıl önce yazıldı. 2. yüzyılın sonlarında yazıldığı tahmin edilen bu roman geçen yıl Heyamola Yayınları tarafından dilimize kazandırıldı. Çevirisi İo Çokona tarafından yapılan eser

              

Edebiyat tarihinin ilk romanı günümüzden yaklaşık 1800 yıl önce yazıldı. 2. yüzyılın sonlarında yazıldığı tahmin edilen bu roman geçen yıl Heyamola Yayınları tarafından dilimize kazandırıldı.

Çevirisi İo Çokona tarafından yapılan eserin adı “Dafnis ve Hloi”, yazarı ise Longos…

Konu tanıdık: Bir aşk hikâyesi!

Kitabın önsözünde, antik dönemden günümüze ulaşabilen ve ‘roman’ olarak adlandırabileceğimiz 5 eserden söz ediliyor. Ancak gerek çağdaş roman anlayışına yakınlığı bakımından, gerek başı sonu belli olan bir kurgusu, sıklıkla yer verilen diyaloglar, betimlemeler ve akıcı dili nedeniyle “Dafnis ve Hloi”’nin edebiyat dünyasının ilk romanı olarak kabul edilebileceği anlatılıyor.

Bu romanın yazılışından çok önce aslında gerek şiir gerekse tragedya türünde eser verilmiş, fakat insan duygularını yansıtan, gerçek olabilecek ama hayali bir hikâyeyi anlatan eserlerin yazılması 2. yüzyılın sonlarına denk düşüyor.

Bu eser ilk olarak 16. yüzyılda keşfediliyor ve zamanla birçok dile çevriliyor. Ve sansür denilen insan icadıyla da tanışıyor! Kilise tarafından sert bir şekilde eleştirilince bazı çeviriler değiştiriliyor. Gün ışığına çıktığı andan itibaren tüm dünya edebiyatını etkileyen bu eser 20. yüzyılda sinemaya da aktarılıyor. Ünlü Alman yazar Goethe bile romana methiyeler düzerek senede bir kez okunması gerektiğini söylüyor.

Roman bir çırpıda okunuyor açıkçası. Ben keyifle okudum. İnsan 1800 yıl önce yazılmış bir hikâyeyi okurken hem bunca eski bir eserin içine dalmanın hazzını yaşıyor, hem de roman sanatının insan hayatından aldığı referansların ve kimi duyguların aktarılış biçiminin nasıl da temelde değişmediğini şaşırarak görüyor.

Kitabın sol tarafındaki sayfalarında romanın Yunanca orijinali, sağ tarafında ise Türkçe çevirisi var. Longos romanı dört bölüm halinde yazmış. Giriş bölümünde bir aşk hikâyesini konu alan bir tabloyla karşılaştığını ve içinde yazma isteği doğduğunu söylüyor. Amacını çok güzel ifade etmiş:

“Hastaya şifa verecek, dertliyi avutacak, sevmiş olanın anılarını canlandıracak ve sevmeyene yol gösterecek türden, her insanı mutlu edebilecek bir eser yaratmak istedim.”

Sonra da asırların değiştirmediği bir gerçeği vurguluyor:

“Bugüne kadar hiç kimse aşktan kaçamadı, kaçamayacak da.”

Romandaki olaylar Midilli adasında geçiyor. Küçük yaşlardan beri birlikte büyüyen ve çobanlık yapan Dafnis ile Hloi’nin genç yaşlarına vardıklarında birbirlerine âşık olmalarını ve bu aşkın etrafında gelişen olaylar anlatılıyor.

Midilli adası bir dekor olarak kullanılmış ve yerleşim yerleriyle ilgili ayrıntılı bilgiler verilmiş. Doğa tasvirleri, kırsal yaşamın özellikleri, hayvanlar, bitkiler bolca betimlemelerle anlatılmış. Oldukça sade ve akıcı bir dille anlatılan olaylarda elbette antik çağın mitolojik tanrı ve tanrıçaları da romanın aktif kahramanları arasında. Özellikle Eros, Pan, Dionysos tanrıları ve Zeus’un kızları olan Nempler’e fazlaca yer verilmiş.

Özellikle eserin erkek kahramanı Dafnis ile kadın kahramanı Hloi’nin birbirlerine âşık olduklarında, aşkın ne olduğunu bilmedikleri ve hiç de duymadıkları için iç dünyalarında oluşan değişimlere anlam vermeye çalıştıkları yerler çok etkileyici anlatılmış. 1800 yıl önce de o duyguların benzer şekilde anlatılması insanı gülümsetiyor:

Yemeden içmeden kesiliyorlar, ele avuca sığmaz oluyorlar, geceleri uyuyamıyorlar, birbirlerinden başka bir şey düşünemez oluyorlar, bir an gülerken birden ağlamaya başlıyorlar, bir hastalığa tutulduklarını sanıyorlar vs… Hloi şöyle diyor bir yerde; ” Şimdi kalbimi doğrayan şeyin ne olduğunu anlayamıyorum.”

O dönemin benzer romanları gibi “mutlu son”la biten bu eseri, edebiyat tutkunlarının özellikle roman sevenlerin okumalarını öneriyorum. Emin olun kitabı bitirdiğinizde farklı bir his bırakacak ruhunuzda…

 

 

*Dafnis ve Hloi. Longos. Heyamola Yayınları

Çeviri: İo Çokona