30.03.2023 Perşembe ( 8 Ramazan 1444 )

İslam’ın beş temel esasından birisi olan oruç ibadeti 11 ayın sultanı mübarek Ramazan ayında gerçekleştirilir. Oruç tutan Manisalılar saat kaçta sahura kalkacaklarını ve ne zaman iftar yapacaklarını sorgulamaktadır. Sahur vakti sabah güneşi doğmadan biter. İftar saati ise güneşin batışından sonra başlar.

Manisa Ticaret Borsası TOBB Genel Kurulu’nda Manisa Ticaret Borsası TOBB Genel Kurulu’nda

Manisa’da Ramazan’ın sekizinci günde Oruç Saat Kaçta Açılacak?

30 Mart 2023 Perşembe günü saat 19.38’de okunacak olan akşam ezanı ile birlikte Manisa'da iftar vakti başlayacak ve 11 Ayın Sultanı Ramazan ayının sekizinci gün oruçları açılacak.

Manisa’da Ramazan ayının dokuzuncu gününde sahur vakti saat kaçta?

Ramazan’ın dokuzuncu gününde (31 Mart Cuma) Manisa’da sahur vakti ise saat 05.27’de.

Günün Ayeti:

Kim İslâm'dan başka bir din ararsa, (bilsin ki o din) ondan kabul edilmeyecek ve o ahirette hüsrana uğrayanlardan olacaktır. AL-İ İMRAN 85

Günün Hadisi:

Ebû Rukayye Temîm İbni Evs ed-Dârî radıyallahu anh’ den rivayet edildiğine göre, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem :“Din nasihattır” buyurdu. Biz kendisine: – Kime karşı nasihattır? diye sorduk. Peygamber Efendimiz: - “Allah’a, Kitabına, Resûlüne, Müslümanların yöneticilerine ve tüm müslümanlara karşı nasihattır (samimi olmaktır).” buyurdu. Müslim, Îmân

95. Günün Duası:

“Allah’ım! Dalalete düşmekten veya dalalete düşürmekten, hataya düşmekten veya hataya düşürmekten, zulmetmekten veya zulme uğramaktan, cahillik etmekten veya cahillikle karşılaşmaktan, sana sığınırım.” (Ebu Dâvûd, Edeb, 112)

Günün Makalesi:

KOMŞUSU AÇKEN TOK YATAN BİZDEN DEĞİLDİR / İsmail ÇAKMAK / Alaşehir İlçe Vaizi

Yüce dinimiz İslam'ın emir ve yasaklarının bireye bakan yanları olduğu gibi topluma bakan yanları da vardır. Esasen bireysel ibadetlerin de hedeflerinden biri kulun olgun bir mümin olmasının sağlanmasıdır. Toplumları oluşturan da bireyler olduğu için sağlam birey demek sağlam toplum demektir. Dinin buyrukları, bireyin bahse konu olan bu ahlakını güzelleştirmeye matuftur. Bireyin ahlaken olgunlaşması demek toplumun da topyekün ahlaklı bir yapıya kavuşması anlamına gelir. Bu bağlamda dinimiz her birimize cömertliği, yardımseverliği ve kardeşinin derdi ile dertlenmeyi emreder. O kadar ki Hazreti Peygamber yanı başındaki komşusu açken tok geceleyen kişinin olgun bir mümin olamayacağını ifade eder. (İbn Ebi Şeybe,Musannef,İman ve Ru’ya,) Bu hadiste; Yüce Allah tarafından kardeş kılınan müminlerin, birbirine karşı ne denli sorumlu olduğu hakikati önümüze çıkmaktadır. Dolayısıyla bile bile ilgisiz kalmak, komşusunun ihtiyacını gidermemek, onun derdiyle hemdert olmamak, yüküne omuz vermemek, kişinin imani durumuyla ilişkilendirilmektedir. İmkanı olduğu halde çevresine yararlı olmayanlar, cömertliği ve yardımseverlik duygusunu gönüllerine yerleştirememiş olanlardır. Aslına bakılırsa yardım etmek bir başlangıç değil sonuçtur. Yardım etmeyi tetikleyen duygu ise o duyarlılığın asıl amilidir. Dolayısıyla mümin evvela bu duyguya kalbinde yer vermeli, gönlünü bu ve benzer duygularla donatmalı ki harekete geçebilsin. Şurası bir gerçek ki insanın eylemlerini yönlendiren en müessir güç imandır. Yardımlaşmanın, paylaşmanın ve hayırda öncü olmanın imanla ciddi bir irtibatı söz konusudur. Bizler müslüman bireyler olarak iman iddiamızı eylemlerimizle ispata dökmeliyiz. Hayat serüvenimizde şu veya bu şekilde başta düşünce sistemimizde, tercihlerimizde, davranışlarımızda ve nihayet amellerimizde imanın yansımaları olmalıdır. Zira amellerimizi besleyen kaynak iman ateşidir. Bu ateşi bırakın sönmeye mahkum etmeyi daha da harlamak için harekete geçmeliyiz. Hareket noktamız başta ailemiz ve akrabalarımız olmak üzere gerek yakın gerek uzak komşularımızdır. İfade ettiğimiz üzere dinimiz komşuluk ilişkilerine son derece önem vermiş ve inananları buna teşvik etmiştir. Hz Peygamberin komşuluk hakkında: ‘’Cebrail bana komşuluk hakkında o kadar tavsiyede bulundu ki komşuyu komşuya mirasçı bırakacak sandım’’ (Müslim, Birr ve Sıla,42) ifadesi bunun en somut örneklerinden birisidir. Yine bir hadis-i şerifte Hazreti Muhammed SAS şöyle buyurmuştur: ‘’Şerrinden komşusunun güven içinde olmadığı kimse cennete giremez’’ (Müslim,İman,73). Komşulukla alakalı ayetleri ve hadis-i şerifleri bir araya getirip özenle incelediğimizde bu hususta müslümanın üzerine büyük sorumlulukların düştüğünü müşahede etmekteyiz. Bir insanın iyi biri olup olmadığının kriteri olarak, komşusunun kendisi hakkında olumlu konuşmasının baz alındığını bizler Hz. Peygamber’den öğreniyoruz. Bu yüzden komşuluk ilişkilerimize son derece özen göstermeli, komşularımızı cennet vesilemiz olarak görmeliyiz. Komşumuz açken açtıktayken ve dertleri ile baş başa bırakılmışken, müslümanlığımızın gözden geçirilmesi gereken bir müslümanlık olduğunu hatırdan uzak tutmamalıyız. Yüce Mevla cümlemizi buyruklarını en güzel şekilde hayata yansıtan muhlis kullarından eylesin (Amin).

Günün Fetvası:

Adak nedir, dindeki yeri nedir?

Arapça’da nezir (nezr) diye ifade edilen adak, fıkıh dilinde, “bir kimsenin dinen yükümlü olmadığı halde ibadet cinsinden bir şeyi kendisi için vacip kılması”nı ifade eder. Diğer bir deyişle “kişinin sorumlu olmadığı halde farz veya vacip cinsinden bir ibadeti yapacağına dair Allah Teâla’ya söz vererek o ibadeti kendisine borç kılması”dır (Mevsılî, el-İhtiyâr, III, 445). Kur’an-ı Kerim’de, verilen sözde durulması, ahde ve akitlere bağlı kalınması (Mâide, 5/1; İsrâ, 17/34), Allah’a verilen sözün tutulması (Nahl, 16/91) emredilir ve yapılan adakların yerine getirilmesi istenir. Ayrıca kişinin yaptığı adağa uygun davranması iyi kulların vasıfları arasında sayılır (İnsân, 76/7). Hadislerde de Hz. Peygamber (s.a.s.), Allah’a itaat kabilinden adakların yerine getirilmesini emretmiş, Allah’a isyan veya mâsiyet kabilinden olan konularda adakta bulunulmamasını, şayet yapılmışsa buna uyulmamasını istemiştir (Buhârî, Eymân, 28, 31; Müslim, Nezir, 8; Ebû Dâvûd, Eymân, 22). Dolayısıyla adağın yerine getirilmesi Kitap, Sünnet, icma ve akıl deliliyle sabittir (Kâsânî, Bedâi‘, V, 90). Âlimler, hiçbir dünyevî menfaat ummadan sırf Allah’ın rızasını kazanmak, O’na şükretmek için adak adanmasında bir sakınca bulunmadığı görüşündedirler. Kişinin Allah’ın takdirinin değişmesine vesile olması dileğiyle, dünyevi amaçlarla belli şartlara bağlı olarak adakta bulunması ise doğru karşılanmamıştır. Nitekim Hz. Peygamberin (s.a.s.) “Adak, (Allah’ın takdir buyurmuş olduğu) hiçbir olayı geri çevirmez. Sadece cimrinin malını eksiltmiş olur.”; “Adak bir şeyi ne ileri alır ne de geri bırakır…” (Buhârî, Eymân, 26; Müslim, Nezir, 2) anlamındaki hadislerinden, şarta bağlı adakta bulunmayı hoş karşılamadığı anlaşılmaktadır. İmam Şâfiî ve Ahmed b. Hanbel başta olmak üzere bazı fakihler yukarıdaki hadislere dayanarak nasıl olursa olsun adak adamanın mekruh olduğu görüşündedirler (Nevevî, elMecmû‘, VIII, 450; İbn Kudâme, el-Muğnî, XIII, 261). Bununla birlikte, Allah’a isyan ve mâsiyeti içermediği sürece, hangi grupta yer alırsa alsın, adakta bulunulduğunda yerine getirilmesi dinen vacip görülmüştür (Kâsânî, Bedâi‘, V, 82).

SÖZLÜK:

Kunut :

Sözlükte "Allah'a ihlasla kulluk etmek, namaz ve duayı uzatmak, itaat etmek,sükut etmek, dua etmek, ibadet kastıyla ayakta durmak" gibi anlamlara gelen kunût, dinî bir kavram olarak, namazda rükûdan önce veya sonra ayakta iken dua etmeyi ifade eder. Fıkıh terimi olarak ise “taatte bulunmak, dua etmek ve herhangi bir şerden kurtulmak ya da hayrı elde etmek için namazda Allah’a sığınmak” demektir. Bir başka ifadeyle kunut; zorda, darda kalan kulun, aczini, derdini, namaz içinde dua şeklinde Allah'a arz etmesidir. Kudret sahibi Rabbine olan güvenini dile getirdikten sonra O'na sığınıp O'ndan yardım talep etmesidir. Kur'ân-ı Kerim'de kunût sözlük anlamında, ibadet etmek, boyun eğmek, ibadet maksadıyla ayakta durmak ve sükut etmek manalarında kullanılmıştır. Kıtlık, salgın hastalık, düşman saldırısı gibi umumi felâket zamanlarında da kunut duası okunması fakihlerin çoğuna göre meşrûdur. Hatta bazı fakihler kunutun sadece böyle zamanlara mahsus olduğunu söylemekte, (Zâdü’l-meʿâd, I, 273) ve Şevkânî de (Neylü’l-evṭâr, II, 384-391) bu görüşü tercih etmektedir.

HER CÜZDEN 3 MESAJ: 8. CÜZ

1. CAHİLİYE DÜŞÜNCELERİNDEN KURTULMAK

Enam suresinin ana konusu olan cahiliye dönemi müşrik Arapların hataları sıralanmaya devam etmektedir. Bunlar; Allah’tan başkasının hükmünü kabul etmek, putlar için kurban kesmek, çocuklarını diri diri toprağa gömmek, yetime kötü davranmak, ölçü ve tartıda haksızlık yapmaktır. Enam suresi, cahiliye düşüncesine karşı İslam’ın tevhid inancının ortaya konulduğu bir söz/dua ile sona ermektedir (Enam, 6/161-165).

2. ŞEYTANA KARŞI DİKKATLİ OLMAK

Bu cüzde ayrıca Araf suresi başlamaktadır. Önceki surelerde haktan sapan vahiy toplumlarından örnekler verilmişti. Yahudiler, Hristiyanlar ve cahiliye Arapları... Bu surede ise tevhid ve şirk mücadelesinin ilk insan Hz. Adem ile başladığı; bu açıdan peygamberlerin tevhid ve doğruluğun temsilcileri, şeytanın ve avenesinin ise şirk ve sapkınlığın temsilcileri/ana sebepleri olduğu belirtilmektedir. Burada güzel bir uyarı bulunmaktadır: “Ey Adem oğulları, dikkat edin! Şeytan, atalarınız (Adem ile Havva’yı) ayıp yerlerini kendilerine göstermek (rezil etmek) için elbiselerinden soyarak cennetten çıkardığı gibi sizi de kandırmasın/aldatmasın. Şeytan ve avenesi, hiç fark edemeyeceğiniz şekilde pusuda beklerler!..” (A’raf, 7/27). Hz. Adem ve Havva hatalarını anlayıp tövbe ettiler ve kurtuldular. Şeytan ise hatasında hâlâ ısrar etmektedir.

3. ARADA KALMAMAK-KARARSIZ OLMAMAK; CENNETE KOŞMAK GEREKİR

Bu cüzün son kısmında ise, sureye adını veren Araf konusu zikredilmektedir. Araf, urf kelimesinin çoğulu olup yüksek yerler manasındadır. Bu terim cennet ile cehennem arasındaki bölgede bulunan yüksek yerler veya tepeler için kullanılmaktadır. Sahabeden gelen habere göre, Araf’ta duran kişiler günah ve sevapları eşit olan Müslümanlardır. Allah onlar hakkında hükmedinceye kadar bu ara tepede duracaklardır (Bk. Hakim, II/350 (3247); Taberani, Kebir, XXI/189 (11454))

Editör: Ali Gözen