Doğu Cephesinde Ermenilere karşı Kazım Karabekir’le birlikte, Batı Cephesinde Yunanlılara karşı önce Çerkez Ethem ve Parti Pehlivanla birlikte mücadele etmiş daha sonra Atatürk’le birlikte mücadele eden Yüzbaşı Gazi Hafız Ahmet, Batı Anadolu’nun Yunanlılardan kurtarılmasında önemli hizmetleri olan İstiklal madalyalı kahramanlarımızdandır.

Millî Mücadeleye emek vermiş, şehit, gazi olmuş insanların hayatlarını ortaya çıkarmak gerekmektedir. Bunlardan birisi de ismi çok da zikredilmeyen Dumlupınar Meydan Savaşına katılan Salihli-Akören köyü nüfusuna kayıtlı Yüzbaşı Hafız Ahmet’tir. (d.H. 1302- öl.M.1969)

Küçüklüğümde efsane bir kahraman gibi hayalimde canlandırarak büyüdüğüm Yüzbaşı Hafız Ahmet hakkında birkaç kez yazmış olamama rağmen bir türlü tatmin edici bilgilere ulaşamamış olduğumun da farkındayım!

Yüzbaşı Hafız Ahmet hakkında bilgilerin yetersiz oluşu en büyük handikaptır. Yazılı bir metin ya da onu iyi tanıyan ve detaylı bilgiler verecek insanların ölmüş olması günümüz araştırmacılarının önünde en büyük engeldir.

Yüzbaşı Hafız Ahmet’in yeterince tanınmayışı, araştırma yapılmayışı başta beni rahatsız ediyor ve yayınladığım yazılara gelen yorum ve taleplerde bu yönde oluyordu. Ortada somut bir bilgiler sınırlıydı ya da yoktu.

Yüzbaşı Hafız Ahmet’i bizzat tanıyan ve onunla birlikte zaman geçiren ve bizzat onun ağzından anlatılanları dinleyen insanlara bir türlü ulaşamıyor, konuşamıyordum. Anlatılanların birçoğunu ya biliyordum ya da bildiklerim tekrar ediliyordu!

Bu yazımızda okuyacağınız bilgiler Dumlupınar Cephesinde Atatürk’le birlikte mücadele eden Yüzbaşı Hafız Ahmet hakkında şimdiye kadar yazılmış en detaylı bilgilerdir. İlk olarak 2014’te Hafız Ahmet’in Damadı Hüseyin Kahraman’la görüşme imkânımız oldu. Ardından 25 Mart 2018’de Yüzbaşı Hafız Ahmet’in gelini Ayşe Sümer, torunu Ömer ve Süreyya Sümer’le görüştük. Hafız Ahmet 1302 doğumlu. 22.08. 1969’da ölmüş. Akören köyü kabristanlığına defnedilmiş. Detaylı bilgi ve belgeler her geçen gün gün ışığına çıkmaya devam ediyor. Ancak yeterli değil.

2014’te Akören Köyü imamı olan çocukluk arkadaşım ve anne tarafından akrabam Tacettin Ateşle birlikte Yüzbaşı Hafız Ahmet’in 90 yaşındaki damadı Hüseyin Kahraman’ın evinde görüştük. Köyde daha çok Necibelerin Hüseyin lakabıyla bilinen Hüseyin Kahraman’ın Yüzbaşı Hafız Ahmet’in damadı olduğunu bilmiyordum!

Akören köyünün Yukarı Mahallesine denk gelen evine varmak için epey yol yürümemiz gerekti. Bu vesile ile yıllardır dolaşmadığım, uğramadığım ve unuttuğum sokaklardan yeniden geçme ve sokakları hatırlama imkânı buldum! Geçtiğim sokaklar bir harabeyi andırıyordu. Adeta terk edilmiş, işgalden yeni kurtulmuş ya da deprem sonrası ilk kez biz ulaşmışız gibi bir hali vardı! Akören köyünün Yukarı Mahalle’si yüz yıllık kerpiç evlerin yıkıntılarından oluşuyor.

Fotoğraf çekebildiğim birkaç ev dışında sağlam ev kalmamış. Gençliğimin o güzelim köy evleri birer birer yok olmuş! Anlaşılan gençliğimizle birlikte köyün bu mahallesi de terk edilmiş! Hâlbuki bu mahallenin köyün sosyal hayatında çok büyük önemi vardı. Özellikle düğünlerde Dibek denilen yerde Yaren başının önderliğinde keşkek dövülür ve düğün eğlencesi buradan başlardı. Bir de köy odası vardı. Köye gelen konuklar, çerçiler, satıcılar, çömlekçiler, kalaycılar, deveciler, ırgatlar burada misafir edilir ve mahalleli misafirlere yemek verirdi. Ev kocaman ve adeta konak misali çok odalıydı.

Ancak şu anda onunda yerinde yeller esiyor! Bir duvarı kalmış geri kalan kısımları yıkılmış! En çok köy odasının bu acıklı halini görünce üzüldüm! Köyün en dışında kalan evde oturuyor Hüseyin Kahraman. Nam- diğer Necibelerin Hüseyin! Selam verip içeri giriyoruz. Ancak Tacettin Ateş’i tanımasına rağmen beni tanımıyor. Yaşlılıktan olduğunu sanmam ancak beni tanıyamaması normal. Belki küçüklüğümü hatırlıyordur!

Tacettin Ateş ile beni görünce kendisiyle ilgilenen ve bir şeyler danışmaya gelen birileri olduğunu hissetmesi onu duygulandırmış olmalı ki gözyaşlarını tutamıyor. “Menyelili Mehmet’in oğlu” şeklinde köyde söylenen lakabımızı hatırlatınca dedemden, babadan çıkarabiliyor adımı!

“Dayı ben Menyeli Mehmet’in oğluyum”.

“He tamam şimdi çıkardım.

Sen Mehmet’in oğlu İstanbul’da okuyan değil misin?”

“Evet, benim dayı”

“Hayırdır hoş geldiniz. Ne iyi ettiniz.” derken bir yandan da evine buyur ediyordu. Gelini ona yardım ederek bizi içeriye aldılar.

“Hüseyin Dayı bizim sebebi ziyaretimiz hem sizi tanımak hem de kayınpederiniz Yüzbaşı Hafız Ahmet hakkında bildiklerinizi bizimle de paylaşmanızı rica etmek içindi.”

“Ne güzel. Allah’ıma binlerce şükür demek ki bu zamana kadar beklemek gerekiyormuş. Bu günüme şükür. Kimse bu konuda kapımızı çalmadı. Yıllardır bekliyorum, malum benim yaşım 90.”

“Ancak Allah var korkuyordum bunları birilerine anlatamadan ölürüm diye! Demek Hafız Ahmet’i merak edersiniz ha! Ne güzel, ne güzel. Öyle insanları merak etmek lazım! Bizler ne yaptık ki. İşte, hayatımız leşberlikle (çiftçilik) gelip geçti. Ancak onların yaptıkları unutulmamalı! Millî Mücadeleyi herkese anlatmalı. Ders çıkarmalı insanlar. Bu günlerimize şükür. Onların gayretleri olmasaydı bugünleri göremezdik Allah muhafaza!”

Bir yandan anlatıyor bir yandan da bizi en güzel şekilde ağırlamanın gayreti içerisinde elinden geleni yapıyordu Hüseyin Kahraman!

“Benim babam İbrahim ben bir buçuk yaşında iken Çanakkale’de kalmış. Çanakkale’de bacağından yaralanmış. Şarapnel parçası bacağında kalmış. Bacağı kangren olmuş. Daha sonra köye dönmüş. Hastanede İzmir’de ayağı kesilmezse öleceğini söylemelerine rağmen ayağını kestirmemiş. Yunan buralardayken oluyor bunlar. Yunan buralarda üç sene kalmış. İzmir’de ameliyat olmayınca orada kalıyor. Yunanlılar hala oraları işgal ettiği için cenazesi İzmir’de kalmış babamın! Daha sonra anam başka birisiyle evlenmiş. Ben üvey babanın yanında sığıntı olarak yaşadım.”

“18 Ekim 1941’de askere gittim. Askerde 4 sene kaldım. O zamanlar İkinci Dünya Harbi vardı. Önce jandarma acemisi olarak 6 ay Yozgat’ta kaldıktan sonra Erzurum Hasankele’de askerliğimi tamamladım. 1945 Nisan ayında da askerliğimi tamamladım. Askere gitmeden 15 gün önce Hafız Ahmet’in kızı ile evlenmiştim. Evliliğimizin on beşinci günü bizi seferberliğe çağırdılar ve askere gittik. Askerlik dönüşü benim babalık bizi evinden ayırdı. Biz de kendi hayatımızı kazanmaya ve rençberliğe başladık!”

“Hafız Ahmet 1302 doğumludur. Ben onu askere gitmeden de tanırdım. Zaten köyde herkes birbirini tanır. Bilirsiniz bizim köy evveliyattan birbiriyle akrabadır. Çok eskilere gider köyümüzün kuruluşu. Karakeçili aşiretinin bu bölgelere gelen en uç bölgelerinde yaşayan insanlarıdır bizim köy, Mendehorya (Kemaliye) Menye (Gökçeören), Adala gibi yerlerde yaşayanlar. Yalnız köyde mi, bu civarda kime sorsan Yüzbaşı Hafız Ahmet’i tanırdı. Ben Hafız Ahmet’in kızı ile 1941’de evlendim. 1941’den ölümüne 1969’a kadar ona en yakın insanlardan birisiydim.”

“Ben bizim köyde görev yapan Kara Hoca’nın yanında okumak istedim ancak okuyamadım. Babalığımın yanında olduğum için okutmadılar! O zamanlar köy okulu şimdiki caminin yanında idi. Kocaman tahta parkeden yapılmış bir binaydı. O okulda Kara Hoca daha çok ders verirdi. Ancak benim babalığın babası gelirdi bazen ders vermeye. Ona Koca Hoca derlerdi. Derin okumuştu o. İsmail Hoca fazla yaşamadı. Bizim babalık normal bir hocaydı. İsmail Hoca daha derin hocaydı!”

Yüzbaşı Hafız Ahmet Alaşehir’de Medrese eğitimi almış. Mersinliden Mahmut Hoca, Yağı Basandan Hüseyin Hoca var bir de… Onun ismini hatırlayamayacağım. Bu civarda en derin âlim olarak bilinen üç hoca olarak bilinirlerdi. Arabiyat bilen ve medrese eğitimi gören ve Kuran’ı yorumlayabilecek derecede bilgisi olan insanlardı! Nur içinde yatsınlar.”

-Hafız Ahmet Hoca nasıl bir insandı?

-“Hafız Ahmet Hoca kendi halinde yaşayan, mütevazı, herkes tarafından sayılan, sevilen, geleni, gideni çok olan birisiydi.”

“Devletten hiç maaş almazdı. Hatta teklif ettiler kabul etmedi! Reçberlikle geçimini sağlardı. Gönüllü olarak camii hocalığını sürdürürdü.”

“TBMM’den İstiklal Madalyası gönderdiler kendisine. Ancak o İstiklal Madalyasını İstiklal Harbinde yaralanıp kolunu kaybeden Yeşil Kavaklı Halil İbrahim’e verdi! İstiklal madalyasını dahi sakat olduğu için Çolak Halil İbrahim’e verecek kadar mütevazı birisiydi. Kimseden bir beklentisi olmazdı. Yaptığı her şeyi vatanı için yaptığını söylerdi.”

“Dönemin hükümeti malullük maaşı teklif etti ancak Hafız Ahmet bu maaşı dahi kabul etmedi!”

-Hafız Ahmet’in seferberliğe gittiği ve Millî Mücadele’de savaşlara katıldığı hep anlatılır. Nerelerde savaşmış, kimlerle birlikte bulunmuş anlatır mısınız?

“Köyden ilk çıktığında Adala- Demirköprü yakınlarındaki Bintepeler’de Kuvay-ı Milliye birlikleri oluşturan ve Yunan’a karşı mücadele eden Çerkez Ethem’in kumandası altına girmiş önce.”

“Hafız Ahmet Yüzbaşı idi. O zamanlar okuyanlara askeri okula gitmese de rütbe verilebiliyormuş. Çerkez Ethem o zamanlar Kuvay-ı Seyyare kumandanıymış. Daha sonra Kuvay-ı Milli kumandanı olmuş. Burada çok çetin mücadeleler verilmiş. Bir ara kızak zamanı-Ekin biçme mevsimi- (Bu arada Hüseyin Kahraman tebessümlerin gizlemeden gülüyor ve sanki o gün Hafız Ahmet’le konuşuyor gibi heyecanlanıyordu) bizim köyden Kırlı Mahmut gibi üç dört kişi de seferberliğe Çerkez Ethem’in kuvvetlerine katılmış. Buralardan gidenlerin hepsi Yüzbaşı Hafız Ahmet’in mahiyetinde savaşıyormuş.”

“Hafız Ahmet bir ara ekinleri kaldırmak ve harmanı hasat etmek için köye gelmeye çalışmış. Kırlı Mahmut’a bölgenin (Bintepelerin) sorumluluğunu bırakarak kendisi ekinlerin yanına gelmiş. Ancak tam köye geleceğe sırada Çapaklı Mevkii tarafında birisi Hafız Ahmet’in yolunu keserek nereye gittiğini sormuş. O da durumu anlatmaya çalışırken karşısındaki kumandan Bintepeler’deki bölüğün Yeşilkavak’a kaydırıldığını haber vermiş Hafız Ahmet’e. Bu sırada Çerkez Ethem bölüğü ve tüm Kuvay-ı Seyyarenin Ege askerlerini Salihli’den kumanda etmeye başlamış. (Eşref Sencer Kuşçubaşının Çiftliğinde-Şu anda Anadolu Lisesi binasının olduğu yer.NY.)”

“Yüzbaşı Hafız Ahmet bu haber üzerine apar topar köye gelmiş. Köyde kalmayarak çocuklarıyla birkaç saat hasret giderdikten sonra atını atlayarak Yeşilkavak İstasyonundaki bölüğünün başına gitmiş. Orada atını bırakarak tren yoluyla Afyon Cephesindeki birliğine ulaşmış.”

“Afyon’da birliğine teslim olduktan sonra Erzurum’a gitmiştir. Birliği Erzurum’a Kazım Karabekir Paşa’nın maiyetine verilmiş ve Erzurum’a vardıklarında Kazım Karaabekir’in ordusuna dâhil olmuşlardır. Bu sırada Kazım Karabekir Paşa Ermenilere karşı mücadele etme görevini vermiş ancak Hafız Ahmet Paşa Ermenilerle yaptığı mücadelede yarnından (sırtından) yaralanmıştır. Ancak savaş meydanında yaralı olarak kalan Yüzbaşı Hafız Ahmet’in yardımına bir asker yetişmiş ve cephe gerisine taşıyarak Ermeniler tarafından öldürülmesini engellemiştir.”

“Erin sırtında sıhhiye çadırına kadar taşınan Hafız Ahmet burada tedavi görmüş ve sağlığına kavuşmuştur. Doğu Cephesinde Ermeni isyanına karşı başarılı olup Ermenilerle Gümrü Antlaşması yapıldıktan sonra 3 Aralık 1920 sonrası doğuya giden birliklerimizle birlikte Hafız Ahmet de Batı Cephesinde Yunanlılara karşı mücadele etmek amacıyla Ege Bölgesine gelmiştir.”

“Afyon Cephesinde Mustafa Kemal’in önderliğinde Dumlupınar Muharebelerine katılan Hafız Ahmet buralarda önemli başarılar kazanmış ve Sakarya Savaşından sonra gerçekleştirilen Büyük Taarruz Başkomutanlık Meydan Muharebesinden sonra Yunanlılar bozguna uğratılmıştır.” Hüseyin Kahraman kayın pederinin karşısında duruyor gibi elleri dizlerinin üzerinde saygıyla anlatmaya devam ediyor. “Hatta bir seferinde Dumlupınar’da birlik Yunanlıların ateş hattında kalmış ve yukarıdan gelen Yunan ateşinden kurtulmak amacıyla bir taktik izleyerek kurtulabilmişlerdir.”

“Yüzbaşı Hafız Ahmet en seçkin askerlerinden birisine görev vererek şifreli bir mektupla diğer birliklerle koordineli hareket etmek amacıyla sabaha karşı 05.00’te Yunan’ı iki yakadan kuşatarak yenebilecekleri ifade etmiş ve diğer birlik komutanları da bu fikri benimseyerek ertesi sabah 05.00 te Yunan’a karşı ortak harekâta girişilmiştir. Türklerin ortak saldırı harekâtına karşı tutunamayan Yunan kuvvetleri dağılarak batı yönüne doğru kaçmaya başlamıştır.”

“Bölük ve birlikler arasında irtibatın koptuğu bir ortamda Yüzbaşı Hafız Ahmet’in ortak hareket kararı sonucu Yunan’a karşı birleşebilmişlerdir. Bu arada yukarıdan Türk birliklerini gözetleyen Yunan askerleri bizi yıldırmak amacıyla kayaları ve taşları üzerimize yuvarlarken “Pis Turko” diyerek askerlerimizin de moralini bozmaya çalışmaktadır. Bizimkiler ise siperlerden çıkamaz olmuştur Yunanlıların bu oyunu karşısında.”

“Ertesi sabah şafak vaktinde saat 05.’te Türk askerleri Yunan askerini arkadan sarma harekâtıyla kuşatmış ve Yüzbaşı Hafız Ahmet birliğini Yunan kuşatmasından kurtarmıştır. Elbette bunda en büyük pay Yunan makineli tüfeklerinin ateşine aldırmadan diğer birliklere Yüzbaşı Hafız Ahmet’in mesajını götüren askerin çok büyük rolü olmuştur.”

“Türk askerleri Allah Allah sesleri ile şafak vakti saldırıya başlamış ve Yunan birliklerinin Türklerin yıllarca geçemez dediği mevzileri birkaç saat içerisinde geçip tel örgüleri aşarak Yunan’ı bozguna uğratmışlardır.”

“Daha sonra Yunanistan kaçmaya devam etmiş ancak kaçarken yağma yıkma, talan her ne varsa akla hayale gelmedik zarar ve kötülük yaparak geçtiği yerleşim yerlerini yok ederek İzmir’e kadar kaçmıştır.”

“Afyon, Uşak, Kula, Salihli, Alaşehir, Ahmetli, Turgutlu, Manisa ve nihayetinde İzmir’e kadar Yunan takip edilmiştir.”

“Yunanlılar köy, kasaba, şehir demeden; kadın, çocuk, yaşlı demeden her yeri yakıp yıkmış, talan etmiştir. Okullar, camiler, tarlalar, ekinler, evler, hayvanlar… yok edilmiştir.”

“Bu arada Kayınpederim Hafız Ahmet’in anlattığı ilginç bir olay daha anlatayım size: Bizim askerler Yunan kaçarken girdiği şehirlerde boş olan ve Yunanlıların terk ettiği dükkânlara saldırmak istemiş ancak Hafız Ahmet buna izin vermemiştir.”

Araya girip Hafız Ahmet’in yüzbaşılık konusunu açıyorum. Bildiğimiz kadarı ile askeri okulda okumayan Alaşehir’de yüksek dereceli medrese eğitimi alan Hafız Ahmet’e yüzbaşılık rütbesini kimin verdiğini bununla ilgili ellerinde bir belge olmadığını soruyorum?

“O konuda bilgisinin bulunmadığını ancak o zamanlar yüksek tahsil yapanlara, savaşta ön saflarda mücadele edenlere böyle rütbelerin verildiğini” ifade diyor Hüseyin Kahraman. “Yunan İzmir’den sürüldükten sonra Hafız Ahmet vatanın kurtarılmış olduğunu düşünerek İzmir’de askerlik görevinden ayrılmak amacıyla istifasını vermiştir!”

Bu arada kahvelerimiz de gelmiş ve 90 yaşında bir solukta her şeyi anlatmak amacıyla helecan ve heyecanla soluk soluğa kalan Hüseyin Kahraman kahve ile bir nebze soluklanmış oldu! İzmir’in 9 Eylül 1922’de kurtarılması ve Yunanlıların bölgeden çekilmesiyle askeri görevinden ayrılan Hafız Ahmet Akören köyüne gelmiş ve köyünde sade bir hayat sürmeye ve yeniden leşberliğe (tarıma) dönmüştür. Bir yandan da fahri olarak köy hocalığı yapmaya, insanları doğru din bilgiler vermeye, eğitmeye devam etmiştir. Yüzbaşı Hafız Ahmet Köyünde karşılıksız hocalık yapmış ve geçimin tarımla kazanmaya çalışmıştır 1969’da ölümüne kadar.

“Hüseyin Bey, Hafız Ahmet’in İstiklal Madalyası ve kılıcının odluğunu duyardık ancak ben sadece düğünlerde yaren başının elindeki kılıcı hatırlıyorum onlara ne oldu?

“Kılıç şu anda küçük kızı Eşe’de sanırım. Fadime Hanım Osman Nuri’nin kızında. Yani torununda olduğu söyleniyor! Torun şu anda Salihli’de yaşıyor. Ancak bu konuda kesin konuşmayayım. Kâhya Dayının oğlu Ömer’de yani Hafız Ahmet’in torununda olduğunu da söylüyor bazıları. Ne desem boş. Emin değilim.”

-Yüzbaşı Hafız Ahmet’in kılıcı nasıldı bize anlatır mısın?

“Şöyle iki parmak eninde yüzü olan 50-60 cm uzunluğunda tutma yeri olan bir kılıçtı. Kılıçtan başka bir de Filintası vardı! Mavzer’ o zamanlar Filinta derlerdi. Bir de mavzeri vardı. Bugün onlara tüfek diyorlar! Ayrıca Bareballum marka tabancası da vardı. Askeri kıyafetlerini falan İzmir’de askerlikten istifa edince bırakmış. Ancak silahı, kılıcı, tüfeğinin olması ayrıca kendisine bağlı bir birliği yönetmiş olması omun yüzbaşı olduğunu ortaya koyuyor zaten.”

“Ancak fakirliğin gözü kör olsun, fakirlikten tabancasını, mavzerini satmak zorunda kaldı daha sonra Hafız Ahmet!”

“Kolay değil 8 çocuğu vardı. Onlar geçindirmek zordu. O yüzden çiftçilikten başka yapacak bir uğraşı yoktu. Devletin verdiği paraları kabul etmedi. Hocalıktan da beş kuruş para da almazdı. Ne yapsın o da İstiklal Savaşı hatıralarını gözyaşları içerisinde anlatmak zorunda kalırdı! Dört kız dört erkek çocuğu vardı. Ölümüne kadar çalışmayı bırakmadı.”

“Hafız Ahmet deyip de geçmemek gerek. Kuran, tefsir, Arapça… Birçok bilime vakıf bir insandı. Öyle bir saygınlığı ve ağırlığı vardı ki köyde ve çevre köylerde. O olmadığı zamanlar onun vekâlet vermediği kimse köyde Cuma namazı kıldıramazdı! Bu kadar saygın ve bilgili birisi idi! Bu mıntıkada nereye gitse, nereye varsa Hafız Ahmet’i görenler ayağa kalkar saygı ile ona temaşa ederlerdi. Onun sözünün üstüne başka söz konmazdı. Küsleri barıştırır, insanlar arsında sulhu sağlar ve köyün ve çevrenin en saygın insanı olarak bilinirdi. Sadece bu köy değil çevre köylerden de ona akıl danışmaya gelen devlet görevlileri, askerler çok olurdu!”

-Yüzbaşı Hafız Ahmet 1969’da rahmetli oldu. Cenazesi nasıl kaldırıldı?

“Onun vefat ettiğini duyanlar akın akın bu köye geldiler. Köy meydanı, sokaklar dolup taştı. Bizim eski camii cenaze namazına gelen insanları almadı. Köyde sade İslami usullere göre cenaze namazı kılındı ve şu anki mezarlığına defnedildi. Öldüğünde daha dinçti. Ancak bakımsızlık ve fakirlikten kendini koruyamadı. Eğer şimdilerde olsaydı daha iyi bakılırdı ama kolay değil çoluk çocuk derdi… İnsanı çabuk yıpratıyor. Hafız Ahmet’te öyle oldu. Çabuk yıprandı. Şu anki mezarını İstanbul’da yaşayan oğlu İsmail yaptırdı. İsmail emekli öğretmendir. Mezarında sadece Ahmet Sümer yazıyor. Başka bir şey yazdırmadı!”

O sade bir vatandaş gibi, Mustafa oğlu Ahmet Sümer olarak yaşadı ve öyle öldü! Ne bir gazilik, yüzbaşılık ne de hafızlık… Bunlar dünyada kalır diye düşündü. Vatan için mücadele etti. Hiçbir karşılık beklemedi.

Hafız Ahmet’in mezar taşında yazan ismi sadece Mustafa oğlu Ahmet Sümer yazar. Yüzbaşı Hafız Ahmet Rahmetli Feyzullah Dedemin en yakın arkadaşlarından birisiydi. Dedem yıllarca anlattı Hafız Ahmet’i. Yazılmasını istedi. Hafız Ahmet’in sırdaşıydı. Arkadaşıydı.