Geçmez bu dünya ağrısı.

Dünya küçüldükçe daha şiddetli ağrıyor.

Acıyor. Acı normalimiz oldu. Şairin dediği gibi dünya hassas kalpler için bir cehennem mi gerçekten? Yoksa biz mi dünyayı elbirliğiyle cehennem haline getirdik?

Enkazın altındayız. Üstümüzde dünya. Evrende sesimizi duyacak en yakın gezegen bilmem kaç milyon ışık yılı uzakta.

‘Sesimi duyan var mı?’

Sesimizi birbirimize, yanıbaşımızdakine bile duyuramıyoruz. Atmosfer ağzımızdan çıkan milyar-milyar kelimeyle doldu ama kimse kimseyi dinlemiyor.

Sadece-sadece konuşmaya devam ediyoruz.

Birbirimize yas tutmayı öğretiyoruz.

Birbirimize suçluluk duygusunu öğretiyoruz.

Birbirimize nasıl ağlamamız gerektiğini öğretiyoruz.

Kimse diğerini dinlemediği için kimse bir şey öğrenmiyor.

Öğrenmediğimiz, öğrenemediğimiz için de ağrı artıyor. Dünya üzerimize artan bir yükle yıkılmaya devam ediyor.

Bu dünya ağrısı keskin bir şekilde saplandığında yüreğime, hiçbir şey yapamıyorum. Bütün günlük davranışlarım robotik bir hâle bürünüyor. Yeme-içme-uyuma-ısınma-okuma-izleme eylemlerinin hiçbirini yaparken kendimin farkında değilim.

Kimseyi dinle-ye-miyorum. Ne bilim insanlarını, ne habercileri.

Psikolog-psikiyatrları da dinlemiyorum. Aklıma Dr. Ramiz geliyor. Tanpınar’ın Saatleri Ayarlama Enstitüsü romanında Dr. Ramiz, romanın ana karakteri Hayri İrdal’a şöyle diyor:

“Psikanaliz çıktığından beri hemen herkes az çok hastadır.”

Psikanalizden bile önce, diye mırıldanıyorum kendi kendime. Sadece nisyan ile malûl değiliz, diyorum, malûlen özelliklerimiz saymakla bitmez.

Çürümenin Kitabı’nın yazarı Cioran’ın dediği gibiyiz tam olarak:

“İnsan dünyanın kanseridir.”

Geçmez bu dünya ağrısı..

Dünyaya zarar vermeye devam ettikçe, kendimizi doğanın efendisi sanmayı sürdürdükçe, doğa yasalarını hiçe sayıp aklı devre dışı bıraktıkça bitmez bu hassas kalplerin dünya ağrısı.

İnsan bencil bir varlıktır. Alabildiğine, ucu bucağı olmayan bir bencillik. Bunu en yalın haliyle ölüm karşısında gözleriz, felaketler karşısında.

Felakete uğrayan insanlar için duyulan acıyla yarışan hisler-düşünceler dolaşıma girer bencil insanın içinde:

“Ben ölmedim.”

“Ben iyiyim. Biz iyiyiz.”

“Fay hattında değiliz.”

“Binamız sağlam. Güvendeyiz.” 

Bu insan hâlini en çarpıcı şekilde anlatan yazar Tolstoy’dur. İvan İlyiç’in Ölümü adlı kısa ama dev romanında Tolstoy, İvan İlyiç’in ölümü karşısında insanların ruh halini bir yerde şöyle anlatır:

“Bu ölüm, geride kalanlarda bir yandan memuriyetle ilgili olası yükselme, yer değiştirme hesaplarına yol açarken, bir yandan da ölenin yakın bir dost olduğu durumlarda hemen hep olduğu gibi ‘ölen ben değilim, o’ duygusundan kaynaklanan bir sevinç de yaratmıştı. ‘Ben ölmedim, o öldü’ düşüncesi geride kalan herkesin içinden geçti.”

Yürümek yürümek yürümek istiyorum. Yaşamın ucuna kadar yürümek, acının sonuna kadar yürümek istiyorum.

Yerimden bile kalkamıyorum.

Sonra aylardır tek satır yazmadığım yazı masama oturuyorum.

Bir türlü dinmeyen dünya ağrımdan söz edeyim en azından diyorum. Birkaç cümle de olsa.

Kimse anlamasa aynı ağrıyı çekenler beni anlar diyorum.

Elimden başka bir şey gelmiyor.

“Yazmasam deli olacaktım.”