Zaman öyle bir geçer ki, neresinde olduğunu ayırt edemezsin.
Siyasal kavgaların tam ortasında mısın, Samimi aşkların derinliğinde mi? Aile kurumunun naifliğinde mi, öğrenciliğin kıymetinde mi? Neredesin, neresinde? Geçmiş zaman gününe ışık tutar ama aydınlatamaz seni, Bilmediğin dünyaların, yabancı gölgelerindesindir... Tam da bu yüzden işte, geçmiş zaman dizilerini önemsersin, orada olmak, göbeğinde yaşamak istersin geçmişin... Bilmediğin, anlam veremediğin tarihin ortasında... Bu yüzden çok tutuluyor “Öyle Bir Geçer Zaman Ki” dizisi. İnsanlar, bilmedikleri, öğrenmeye üşendikleri zamanda yolculuk ederek, ruhlarını boşaltıyorlar evrene... Ülkenin nereden geldiğiyle değil, insanlarımızın çektikleriyle değil, hastalıklı ruhların yaptıklarını izlemekle yaşamlarına sağlık katacaklarını umuyorlar. Ali Kaptanı öfkeyle izlerken, Balıkçıya acı ve gıptayla bakarken ya da Aylin’in aşkına tanıklık ederken, Ahmet ile Resul’un kavgasını gözden kaçırıyoruz, şimdi kaçırdığımız gibi... Dizide solcu Ahmet ile sağcı Resul ne kadar kıyıda bekletiliyorsa biz de kıyıda köşede bekletiyoruz gerçek hayatı, kavgayı, kaygıyı ve mücadeleyi... Kolayımıza geliyor çünkü, kıyısından ilgilenmek, bulaşmadan gözlemek, içine girmeye, hayatın ve insanlığın kavgasına karışmak zorumuza gidiyor, huzurumuzu kaçırıyor, uzaktan izlemek işimize geliyor her zaman, bize bir şey olmasın kaygısıyla, bana dokunmayan yılan bin yaşasın felsefesiyle yaşıyoruz. İşimize geleni alıyor, yakacak olana dokunmuyoruz... Soneriyle, Ayliniyle, Metesi, Osmanıyla, Cemilesi ve Balıkçısıyla olmasını istediğimiz hayatları izliyoruz; Ali Kaptan’ın, Caroline’ın, Mesude’nin olmadığı hayatlar peşindeyiz, ama yaşadığımız, tanık olduğumuz, gazete manşetlerini süsleyen, mahallemizde gördüklerimiz, Ali Kaptanlar, Katip Çelebi müdürleri... Oysa sağcı Resul ile solcu Ahmet’in dizide yaptıkları ittifak ve örtülü kader birliği, geçmişte yaşanan ve yaşanılası ilişkilerdir. Birbirimizi ötekileştirmekten, dışlamaktan, kavga ve ayrıştırma alışkanlığından vazgeçip aynı havayı soluduğumuzu ve aynı havayı kirlettiğimizi fark etmekten geçiyor çözüm. Ne zaman ki soluduğumuz havayı ve içimize çektiğimiz yurt toprağının kokusunu bencilce sahiplenmeyip paylaşacağız, o zaman Ahmet de olsak, Resul da olsak aynı hedefe yürüyeceğiz. Zaman Öyle Bir Geçer Ki, hayıflanmak geri getirmez, ne günümüzü, ne geleceğimizi... Son bölümde yere düşen Dostoyevski’nin Ezilenler romanı içinde değil, hatta Budala romanında da değil, Suç ve Ceza’ sında da değil, Karamazov Kardeşler’inde olmalıyız, Kendi kardeşliğimizde...