Tamirden aldığımız arabanın freni tutmayınca (Hatıralar)

Abone Ol

2005 yılı Ağustos ayında Ayvalık'tan Manisa'ya bazı işlerimiz için gelmiştik.

İki gün içinde işlerimizi bitirip, Ayvalık'a dönmek için yola çıktık.

Yarı yolda aklıma mutfak bankosunda unuttuğum siyah üzümler geldi.

Ayvalık'a götürmek için siyah üzüm almıştım, bağı olan arkadaşım da bir poşet siyah üzüm getirmişti.

Arkadaşımın getirdiği üzümü mutfak bankosunda unutmuştum.

Yaz, Ağustos sıcağında o üzümler kim bilir ne hale gelecekti?

Çaresiz dönüşte karşılaşacağım manzaraya katlanacaktım.

Eylül sonunda Manisa'ya döndük.

Tam kapıyı açarken evde unuttuğum üzümler aklıma geldi.

İçimden;

"Üzümler bekli çürümüş, kurtlanmıştır, çocuklar görmeden mutfağı temizliyeyim." diye düşündüm.

Çocuklara, eşyaları yerleştirinceye kadar bahçede oynamalarını söyledim.

Kapının önünde valiz ve çantaları sildim.

Eşyaları koridora bırakıp, korka korka mutfağa girdim.

Gördüğüm manzara karşısında şok oldum.

Bankonun üstündeki üzüm poşetinde sadece üzümlerin kurumuş çöpleri ve kabukları vardı.

Şaşkınlıkla evi araştırdım.

Koridor süpürgeliklerinde küçük küçük örümcek ağları vardı.

Ağlarda da karıncalar...

Önce karıncalar üzümleri yemiş, sonra örümcekler karıncaları temizlemişlerdi.

Bu yaradanın bir lütfuydu...

Kainatın tek sahibi, bize hiç bir zarar vermeden bu sorunu öyle muhteşem bir şekilde halletmişti ki...

Bugün bile hayranlık ve şükürle o olayı hatırlıyorum.

2007 yılında

Ayvalık'tayken bir arkadaşım yeğeniyle bize gelmişti.

Birlikte Ayvalık Cunda Adası derken Sarımsaklı Şeytan Sofrasına da gittik.

Bu isim bana itici gelse de Sarımsaklı'nın en güzel tepesidir.

Tepede bir kayanın içinde devasa bir ayak izi çukuru var. Şeytanın Ayak İzi. Üzeri demir ızgarayla kapatılmış, gelenlerin bozuk para atıp dilek dilediği yer.

Şeytandan dilek dilemek?

Manisa'yla ilgili bir efsane yazdığımda tepki gösterenlerin kulakları çınlasın.

Buraya sadece Türkiye'den değil, dünyanın çeşitli ülkelerinden gelen turistler de para atıp dilek diliyorlar.

Allah'tan o gün pek kalabalık değildi.

Çay eşliğinde, gözümüzün önüne serilen, deniz, adalar ve yeşilliklerin muhteşem manzarası gerçekten insanın ruhunu dinlendiriyor.

Hele o gün batımı…

Sadece gün batımını izlemek için her gün yüzlerce insan ziyarete geliyor.

O güzel manzaraya veda edip arabaya bindik, henüz yokuş aşağı hızlanmamıştık ki göstergelerin altından bir duman çıktı, bütün göstergeler silindi.

Kızım, oğlum arkadaşım "arabayı durdur!" diye bağırmaya başladılar, bir anormallik vardı, fren pedalına bastım, fren tutmuyordu.

Frenin boşaldığını söylesem hepsi paniğe kapılacaklardı.

Gaza basmadan yolun sağından gidebildiğim kadar gideyim diye düşündüm.

Çocuklar ısrarla "arabayı durdur!" diye adeta feryat ediyorlardı.

Tekrar frene bastım, heyhat!

Yokuş aşağı iniyorduk.

Yokuştan düzlüğe geldiğimizde tekrar yavaşça frene bastım.

Şükürler olsun fren normale döndü, araba durdu.

Bu arada okuduğum duaların, aklımdan geçen senaryoların, yaşadığım korkunun haddi hesabı yoktu.

Göstergeler de düzelmişti.

Arabayı bizim site girişindeki lastikçiye gösterdik.

Elektrik aksamında sorun olduğunu, oto elektrikçisine götürmemizi söyledi.

Ertesi gün eniştem arabayı Ayvalık sanayisine götürdü.

Tamirci aküyü çıkarınca akünün altından koca bir makas çıkmış.

Tamirci "Bu arabadakiler yaşıyor mu?" demiş.

Eniştem "evet" deyince, "Verilmiş sadakaları varmış. Makas yokuş aşağı inerken aküyü kaldırmış, kutup başları kaputa deyince kısa devre yapmış. Araba yanabilirdi. Tabi içindekiler de ..." demiş.

Arabayı Manisa'da bakıma vermiştik.

Bakım yapılırken büyük bir makası, akünün altında unutmuşlar.

Biz her şeyden habersiz Ayvalık, Cunda Adası, Sarımsaklı'ya gitmiştik.

Şükürler olsun ki Rabbim bizi büyük bir felaketten kurtarmıştı.

Frenin boşaldığı o anı ne zaman hatırlasam içim korkuyla ürperiyor...

Çocukken yaşadığım iftar ve sahurlar hala aklımda...

Tabane'de iftar topunu beklerken, bir yandan da Sarabat Camiin ışıklarının yanmasını gözlüyordum.

Oruç tuttuğum için kendimi çok şanslı hissediyordum.

Allah'ın lütfu iftar sofrası hep dolup taşıyordu.

Hele o sahurlar, radyoda yayınlanan sahur programı, Kuran-ı Kerim ve Türkçe meali eşliğinde o sahur anları, bambaşka bir haz, harika bir manevi zenginlik olarak ruhuma işlemiştir.

İmsak vaktine yakın okunan o muhteşem ilahi hala kulaklarımda çınlıyor.

Esselatuvesselam aleyke ya habibullah.

Esselatu vesselam aleyke ya Resullullah.

Selam sana, salat sana ...

Muhammedim, Muhammedim...  

Manevi zenginlik ve huzurla dolu, sağlıklı, güzel günler, geceler dileklerimle...