Engin TOPUZ - ÖLÜM BİR VARMIŞ BİR YOKMUŞ

  Birkaç gündür çok güzel bir kitap okuyorum : “Kemal, Hadi gel, bi kahve içelim…” 56 yaşında aniden aramızdan ayrılan Kemal Sunal’ı, eşi Gül Sunal anlatıyor. O kadar güzel anlatıyor ki… Okumaya başladığımdan beri kitapla ilgili bir yazı yazıp

Abone Ol

 

Birkaç gündür çok güzel bir kitap okuyorum : “Kemal, Hadi gel, bi kahve içelim…”

56 yaşında aniden aramızdan ayrılan Kemal Sunal’ı, eşi Gül Sunal anlatıyor.

O kadar güzel anlatıyor ki…

Okumaya başladığımdan beri kitapla ilgili bir yazı yazıp size önermeyi düşünüyordum.

Yaklaşık 7 sene önce ani bir ölümle kaybettiğim çok sevdiğim bir abimin kızının, manevi kızımın yanına gideceğim yarın. Gitmeden şu yazıyı yazayım diyordum ki, yine ani bir ölüm haberiyle sarsıldım.

AKUT Arama Kurtarma Derneği’nde tanıdığım, AKUT’un üniversite toplulauklarının yapılanmasında büyük emeği olan, dünyalar iyisi Sinan kardeşimin acı haberini aldım İstanbul’dan. Tam bilgisayar başına oturmuşken…

Manisa’da, İstanbul’da, Çanakkale’de, Bursa’da öyle güzel anılar biriktirdik ki Sinan’la birlikte, hepsi gözümün önüne geldi birden.

Sonra Bülent Koşmaz düştü aklıma, pazartesi günü hayalini kurduğu hizmet binasının açılışını ve Fen Lisesi’nin temel atma törenini göremeyecek olan, kısa süre önce aramızdan ayrılan Bülent Koşmaz. Daha iki gün önce Saruhan kardeşimle onun hakkında sohbet etmiştik.

Ani ölümler, erken yaşta aramızdan ayrılan, benim dünyamdan göçüp giden insanların yüzleri yerleşiverdi beynimin içine, birbiri peşi sıra.

Kayıpların ani olması daha sarsıcı görünse de, insanın anılar biriktirdiği, hayatının köşe başlarında yeri olan insanları kaybetmesinin acısı yıllar geçse de küllenmiyor aslında.

Üzüntüm kedere, kederim öfkeye, öfkem sorgulamaya dönüştü sonra. Hayatın kısalığı, yaşamın anlamı, ölümün karşısındaki çaresizlik hakkında yüzlerce düşünce akıp geçmeye başladı kafamın içinden.

Bir Ali Sunal’ın babasının ölümünün ardından günlerce mezara gidip toprağın üstüne kapaklandığı anların hayali geliyor gözümün önüne, bir Sinan kardeşimin başından geçen bir olayı o bitmeyen neşesiyle anlatışı…

Bir o bahsettiğim abimin o muzip gülüşü, evde benim için manevi oğlum deyişi geliyor,

Bir her Bülent Koşmaz adı geçtiğinde kadim dostum Naime’nin gözlerinin nemlenişi…

Hayat ve ölüm üzerine o kadar çok düşünce uçuştu ki beynimde, en sonunda tam ortasına bir kitap gelip oturuverdi : “Ölüm Bir Varmış Bir Yokmuş”

Roman 4 yıl önce hayatını kaybeden büyük yazar Jose Saramago’nun…

Romanda hiç kimsenin ölmediği bir dünya anlatılıyor.

İnsanlar yaşlanıyorlar ama ölmüyorlar.

Roman, “Ertesi gün hiç kimse ölmedi.” , cümlesiyle başlıyor. Adı bilinmeyen bir ülkede görülmemiş bir olay gerçekleşiyor ve yeni yılla birlikte kimse ölmemeye başlıyor. 

Kimsenin ölmemeye başladığı anlaşılınca ülkeye büyük bir sevinç yayılıyor; fakat bu sevinç kısa sürede yerini hayal kırıklığına ve kaosa bırakıyor. Çünkü insanlar ölmemekte ama yaşlanmaya devam etmektedirler. 

Onları artık sonsuz bir yaşlılık beklemektedir… 

Hükümetten sağlık kurumlarına, levazımatçılardan mafyaya, şirketlerden kiliseye kadar herkes ölümsüzlüğün getirdiği bu sonuçlara karşı mücadele eder. Huzurevleri ve hastaneler yetersiz kalmakta, ölmeyen yaşlılar sorunu dağ gibi büyümektedir. Bu durum yedi ay sürer. Yedi ay sonunda ölüm ete kemiğe bürünmüş bir şekilde karşımıza çıkar. Beklenmedik bir kimlikle ve duygularla…

“Ölüm Bir Varmış Bir Yokmuş”,  ölümü, yaşamı, yaşlılığı çarpıcı ve alaycı bir biçimde gözlerimizin önüne seriyor ve başladığı gibi bitiyor: “Ertesi gün hiç kimse ölmedi.”

Kitabı hatırlamam üzüntümü azaltmasa da yaşamın her şeye rağmen devam ettiği gerçeğini vurdu yeniden suratıma.

Kabulleniş ve tevekküle götürdü beni. Ve arada aklıma gelen bir sözü mırıldandım tekrar…

Yaşam; tüm inanışların, tüm felsefelerin dile getirdiği gibi ölümle anlam buluyor aslında.