ENGİN TOPUZ- BİR ŞİİRE GİZLENEN AŞK

  Sene 1952… Şair Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde öğrencidir. Henüz Türk Edebiyatı’nın en büyük şairleri arasına ismi yazılmamıştır. 19 yaşındadır… Öncülüğünü Orhan Veli’nin yaptığı yeni şiir akımından hiç memnun değildir. Hece ölçüsünün

Abone Ol

 

Sene 1952…

Şair Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde öğrencidir. Henüz Türk Edebiyatı’nın en büyük şairleri arasına ismi yazılmamıştır.

19 yaşındadır…

Öncülüğünü Orhan Veli’nin yaptığı yeni şiir akımından hiç memnun değildir. Hece ölçüsünün artık kullanılmaması, divan edebiyatının hor görülmesi, vezinsiz, kafiyesiz şiirler yazılması onu rahatsız etmektedir.

Genç şair, hem divan edebiyatıyla dalga geçen serbestçi şairlere karşı olduğunu göstermek hem de kendini denemek amacıyla hece ölçüsü kullanarak bir şiir yazdı. Şiirin adını da yine o dönemin modası olduğu üzere “tek gül” anlamına gelen yabancı bir çift sözcük koydu.

Kendisinin “modern bir Leyla ile Mecnun denemesi” dediği şiir, Türk edebiyatının en görkemli aşk şiirlerinden biri olarak yerini aldı.

İlk olarak bir grup arkadaşına bir bahar günü Ankara’da gittikleri bir kır gezisinde okudu şiiri. Oradaki arkadaşlarından biri şiiri bir dergiye ulaştırdı ve ilk olarak o dergide, “Hisar” da yayınlandı şiir.

50 yıl boyunca kitaplarına almadığı bu şiir, teksirle, fotokopiyle yıllarca elden ele dolaştı. İnternet çağıyla birlikte bir fenomen halini aldı.

Ama bu şiiri özel kılan başka bir şey vardı…

14 kıtalık şiirde akrostiş yapılmıştı. Ve bu akrostiş 30 yıl boyunca fark edilmedi.

Her kıtanın ilk dizelerinin ilk harfleri alt alta yazıldığında bir isim çıkıyordu açığa.

Bu isim şairin okulda tutkuyla sevdiği sınıf arkadaşı kızın adıydı.

Arkadaşlarının Grace Kelly’e benzettiği, güzel, konuşkan, neşeli, şen şakrak bir kızdı.

“Ellerin, ellerin ve parmakların
Bir nar çiçeğini eziyor gibi.
Ellerinden belli olur bir kadın,
Denizin dibinde geziyor gibi.
Ellerin, ellerin ve parmakların.”

Üstelik aynı kıza sınıf arkadaşı başka bir “genç şair” de tutkuyla aşıktı. O da aşkını belli edebilmek için çaba gösteriyor, kızın montunun cebine imzasız şiirler bırakıyordu.

Bir rivayete göre bu çok iyi arkadaş iki genç şair kızın gönlünü alabilmek için iddiaya girdiler. İddia öyle sıradan, ucuz bir şey değildi. İddiayı kaybeden soyadını değiştirecekti.

Bu 14 kıtalık akrostişli şiirden sonra diğeri pes etti ve soyadından bir harfi attı…

Okulun şiir gecesinde şair, kürsüden bu şiiri okudu.

“Artık inan bana muhacir kızı,
Dinle ve kabul et itirafımı.
Bir soğuk, bir mavi, bir garip sızı
Alev alev sardı her tarafımı.
Artık inan bana muhacir kızı. “

Ama hiç birlikte olmadılar…

Beklediği ilgiyi kızdan okul boyunca göremedi.

Okul bitince kız kendine bir hayat kurdu, başkasıyla evlendi, genç şair ise çok daha büyük şiirler yazarak adını Türk edebiyatına yazdırdı, bu imkansız aşkı da bir şiire hapsetti.

Şiirin yazılmasından 60 yıl sonra, şiiri yazan da yazılan da konuştu.

Şair, ilk ve son kez konuşuyorum dedi ve akrostişteki ismi hiç anmayarak ve sorulmasına izin vermeyerek şiiri hangi edebi düşüncelerle yazdığını, ilk olarak nasıl yayınlandığını anlattı. Şiir üzerine dönen bir dolu efsanenin de yalan olduğunu, bu şiiri yüzünden kimsenin intihar etmediğini söyledi.

Şiir yüzünden okulun şiir gecesinden sonra intihar ettiği uydurulan kadın da konuştu:

“Kendisine, bana olan sevdasına, aşkına hep saygı duydum. Okul yıllarında da bana olan ilgisini fark etmiştim; bu şiiri yazdığını da biliyordum ama ben aynı yakınlığı duymamıştım. Belki bir yerde karşılaşırsak bir merhaba derim. Allah hepimize uzun ömür versin.”

Şiiri ve öyküsünü bilenler anlamıştır elbet.

Şiirin adı Monna Rosa, şairi Sezai Karakoç

14 kıtanın ilk dizelerinin ilk harflerini alt alta yazdığınızda “Muazzez Akkaya’m” çıkıyor…

Başka rivayetler olsa da bu aşk yüzünden soyadındaki iki “y” den birini sildiren de Cemal Süreya…

Çoğu şiirlerdeki aşklar şairlerin hayal dünyasında şekillenir belki. Ama kimi büyük şairlerin kimi mükemmel şiirlerini gerçek bir insana yazdıklarını biliyoruz.

Nazım’ın Piraye’ye, Ahmet Arif’in Leyla Erbil’e, Sabahattin Ali ve Orhan Veli’nin Nahit Hanım’a, Turgut Uyar’ın Tomris Uyar’a yazdıklarını ve daha nicelerini bilmek, şiirleri bir de bunu bilerek okumak, edebiyatı daha çok sevdirir insana diye düşünüyorum. Çünkü her ne kadar birilerine yazılmış olsa da şairin o evrensel duyguyu eşsiz bir şekilde dile getirmesidir asıl olan…

Şiirin hayatımızdan hiç eksik olmaması dileğiyle…