BABASIZ KALANLAR KULÜBÜ

Abone Ol

Gerçek bir kulübümüz veya derneğimiz yok elbette. Bir yerimiz, tabelamız ya da üye formumuzun olmadığı gibi. Buna rağmen buluşuruz hisler âleminde, her yıl babalar gününde…
“Bir kıvılcım düşer önce, büyür yavaş yavaş” demek isterdim şarkıdaki gibi ama tam olarak öyle değil aslında. Çünkü kimimizde bir kor halindedir zaten hâlâ, kimimizde içten içe yanmasına rağmen gözümüzü kaçırdığımız bir kül demeti…
Kimimiz henüz dünyayı tanıma evresinde, çocukluğumuzun ilk yıllarında, onu daha tanıyamadan kaybetmişizdir.
Kimimizin ilk gençlik yıllarında, önümüzde birlikte paylaşacağımız daha uzun yıllar olduğunu sanırken, anılarımız doğru dürüst birikmeden gitmiştir hayatımızdan.
Kimimizin dedelik mutluğuna eriştikten ama torunlarının büyüdüğünü göremeden ayrılmıştır aramızdan.
Bir babalar gününde kaybetmişizdir belki, belki de onun veya aileden birinin doğum gününde…
Bir hastane koridorunda yankılanmıştır çığlığımız ya da telefonun diğer ucunda…
Hiç kimseyi ve hiçbir şeyi umursamadan akıp giden zamanın herhangi bir anında düşüverir aklımıza. Bazen avucumuzda tuttuğumuz çay bardağına bakarken gözlerimiz sabitlenir, zaman durur sanki ve onun yüzüyle karşılaşırız.
Bazen yediğimiz bir yemeği ya da ıspanaklı böreği onun ne kadar sevdiğini boğazımızdaki düğüm hatırlatır bize.
Onun bize seslenişini duyarız hiçbir anlamı olmayan bir akşamüstü vakti ya da onu tanıyacak kadar yaşasaydı bize nasıl sesleneceğini.
Onunla gittiğimiz bir maç düşer birden belleğimize. Boynumuzda atkılarla tribünde yaptığımız tezahüratlar…
Bir kitabı bize verirken ki görüntüsü o anki gibi gerçektir çoğu zaman.
Bağırdığı anlar gelir aklımıza bazen, yaşasa da daha çok bağırsa deriz. Kendisiyle çatıştığı için babasına kızanlara öfke duyarız.
Bayramda ya da doğum gününde, ölüm gününde mezarına gider, dualar okuruz başında.
Ya da bazen durduk yere, hiç aklımızda yokken, o günün ve o saatin onunla hiçbir ilgisi yokken ve yalnız başımıza oturuyorken evde ya da işimizin başında, atlar mezarlığa gider, sessizce vakit geçirir yanında, sonra dönüp zamanın akışına kapılıp ilerleyen ömrümüze kaldığı yerden devam ederiz.
En fenası da rüyamıza düştüğü zamanlardır. Kimimizin hiç rüyasına gelmez ve isteriz ki rüyamızda görünsün, özlem giderelim. Onu gördüğümüz rüyadan ise tarifsiz duygularla uyanırız.
Bunların hepsini kendi içimizde ve kendimizce yaşarız. Bizi ancak babasız kalanlar anlar. O yüzden işte bizim gibi babası hayatından bir yıldız gibi kayıp gitmiş arkadaşlarımız varsa, bir bakışından, bir kederli gülüşünden, bir başını göğe çevirişinden anlarız ne hissettiğini.
Artık baba olmuş bir erkek, çocuğu ona sarılıp babalar gününü kutlarken ruhunda bir sızı hisseder.
Çocuğuyla birlikte kocasının babalar gününü kutlayan bir kadın, kocasına sarılırken bir öpücük de babasına yollar.
Baba kavramı anne kavramından daha farklı nüfuz eder benliğimize. Babamız hayatımızın gizli öznesidir. İhtiyaçlarımızı annemizden isteriz çocukken, hayallerimizi babamızdan.
Baba, güven duygusunun vücut bulmuş halidir. Hayata tutunurken sırtımızda elini her daim hissettiğimiz koruyucumuz, gözleyicimiz, rehberimizdir.
Bütün erkekler, bir takımın taraftarı olduğunda annesinin, teyzesinin, halasının değil, babasının, dayısının, amcasının gönül verdiği takımı tutar. Yeni tanıştığımız biri, “kimlerdensin” diye sorduğunda babamızın adını veririz. Bizi birine tanıştırırken babamızın adı anılır. Babamızın oğlu-kızı olmak sosyal statümüzü belirler.
Kadınların evlendiklerinde vazgeçmek istemedikleri soyadı babasının soyadıdır. Yaşamlarının biricik kahramanını içten içe yaşatmaya devam ederler.
Hiçbir kadının gözleri, kaybettiği babasını andığındaki kadar anlam dolu değildir. Ve hiçbir erkek yoktur ki, kişisel bir başarı elde ettiğinde buna babasının tanık olmasını istemesin. 
Doğum günümle babasının doğum günü aynı olan bir arkadaşım, babası yaşarken doğum günümü kutlamayı hiç ihmal etmezdi. Her doğum günümde bu güzel tesadüf üzerine sohbet eder, şakalar yapardık. Babasının öldüğü yıl arkadaşım doğum günümde beni aradı. Konuşamadı telefonda, ağladı ve kapattı. O kapattı, ben ağladım…
İşte biz babasız kalanlar kulübü üyeleri, zaten tarifsiz kederli anlar yaşarken zamanın umursamaz akışında, babalar gününde modern dünya bizi bir de hisler âleminde buluşturur acımasızca…
Ben babamı 3 yaşımdayken kaybettim. O yüzden bu kulübün en kıdemlilerinden sayılırım.
Babamla hiç anım yok benim… Onunla birlikte çekilmiş bir fotoğrafımız, bana yazdığı bir not, aldığı bir kitap, boynuma taktığı bir taraftar atkısı, kızgın bakışları, kahkahası, başımı okşayışı… Hiç biri…
Bugün babamdan beş yaş büyüğüm ben. Beş yıl önce onun öldüğü yaştaydım. Artık o benden daha genç.
Pek şiir yazmam, yazdığıma da pek şiir denmez ya, beş yıl önce, babamın öldüğü yaştayken yazdığım satırları paylaşayım sizinle.
Bu yazıyı yazarken, babasını kaybetmiş ve bir babalar gününü daha içinde o tuhaf sızıyla geçirecek tüm dostlarım tek tek aklıma geldi. Kimi artık kendisi baba, kimi de eşinin babalar gününü kutlayacak.
Öncelikle onların olmak üzere tüm babaların babalar gününü kutluyorum.  
 
BABAM
 
Babam benim yaşımdayken,
Üç çocuğu vardı...
Üçü de erkekti...
Üç yaşındaydım...
 
Çocuklarını çok severmiş babam.
Ama karısını daha çok severmiş...
Onu üzmeye dayanamaz,
Gönlünü almak için çırpınırmış.
 
Pazar fileleri vardı eskiden...
Parası varsa cebinde,
Filesini doldurur, şarkı söyleyerek gelirmiş evine.
Önce karısını, sonra çocuklarını öpermiş.
Çocuklarını çok severmiş.
 
Bir resmi var bende siyah-beyaz...
Bahçede,
Sandalyede oturmuş uzaklara bakıyor,
Delici gözleri gözlerimi yakalıyor.
 
Karısını çok severmiş babam...
Ama içkiyi de çok severmiş.
İçmediği akşamı kimse bilmezmiş.
11 ay nişanlı kalmış annemle.
Ne zaman nişanlısının yanına gitse,
Karanfil çiğner, koku sıkarmış ağzına.
11 yıl evli kalmış annemle,
İçkisiz akşamı olmamış.
 
Dayanmış annem, katlanmış,
Sabırla kurtarmaya çalışmış kocasını...
Ama ne yapsa temizleyememiş kanını.
 
Ve 11 yılın sonunda bir akşam
Alkol duvarını aşmış babam...
Karısına gözlerini,
Çocuklarına hasretini bırakmış
Ve gitmiş...
 
Benim yaşımdayken öldü babam...
Ben,
Üç yaşındaydım…